NEJAD'IN RENKLİ DÜNYASI
Daver Darende
I. NEJAD DEVRİM'İN YAŞAM SERÜVENİ
Nejad Devrim 1 Temmuz 1923 yılında İstanbul'da doğdu.
Annesi Ressam Fahrünisa Zeid ile yazar, edebiyatçı İzzet Melih Devrim'in oğludur. Annesi İzzet Melih Devrim'den ayrıldıktan sonra Ürdün Kraliyet ailesinden Emin Zeid ile evlendi.
Fahrünisa Zeid, Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve ressam Aliye Berger'in kardeşi, seramikçi Füreya Koral'ın teyzesidir. Babası İzzet Melih Devrim, Atatürk döneminin tanınmış bir gazetecisi idi.
Georges Duhamel, Le Figaro gazetesinin 10 Temmuz 1956 tarihli sayısında yayımlanan yazısında İzzet Melih Devrim'i Atatürk devrimlerini en iyi anlayan ve anlatan Türk düşünürlerinden biri olarak tanımlamıştır.
Nejad Devrim, babası gibi öğrenimini İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nde tamamladı. Büyükada'daki Şakir Paşa Konağı'nda büyüdü. Çocukluk ve gençlik yıllarını Büyükada'da geçirdi. Sanat yaşamında teyzesi Aliye Berger ve dayısı Cevat Şakir'in önemli etkileri oldu.
Kızkardeşi Şirin Devrim (Trainer) tiyatroya yönelirken Nejad Devrim resim sanatını seçti. Küçük yaşta resim yapmaya başladı. Onyedi yaşına kadar resim eğitimi görmeden kendi kendini yetiştirdi. Bu dönemde Fransız izlenimcilerinin yapıtlarıyla ilgilendi. Matisse ve Bonard'dan etkilendi.
1942 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Bedri Rahmi Eyüboğlu'dan desen dersleri aldı.
Zeki Kocamemi ve Nurullah Berk ile çalıştı. Bir süre sonra Leopold Levy'nin atölyesine katılarak eğitimini burada tamamladı.
Musevi kökenli olan Leopold Levy'nin en iyi öğrencileri arasında yer aldı. Bu dönemde figuratif ağırlıklı resimler yaparken Bizans sanatı ve Kariye Camii'ndeki mozaikler ilgisini çekti. Topkapı Sarayı'ndaki minyatürleri, İslam hat sanatını inceledi.
1944 yılında İstanbul'da Gazeteciler Cemiyeti'nin Beyoğlu'ndaki lokalinde ilk sergisini açtı. "Halikarnas" adını verdiği sergide Bodrum'dan esinlenerek yaptığı tabloları sergiledi. "Bodrum İzlenimleri", "Şakir Paşa Konağı" ve Büyükada" tabloları onun izlenimcilere hayranlık duyduğu dönemi yansıtır. "Bodrum İzlenimleri" konulu tablolarını dayısının (Cevat Şakir) yanında tatil geçirdiği Bodrum'da yaptı.
1946 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra UNESCO'nun Paris'te düzenlediği karma sergiye katıldı. Aynı yıl Eylül ayında burs kazanarak Paris'e gitti.
1947 yılında Paris'te ilk kişisel sergisini "Galerie Allard'da açtı. Sergi sanat çevreleri arasında büyük ilgi uyandırdı. "Nejad" imzasını ilk kez bu tarihten itibaren atmaya başladı.
İlk sergisinin yarattığı olumlu izlenimlerden sonra 1948-1956 yılları arasında Paris'in ünlü galerilerinde sergiler açtı.
Paris'te yaşarken Hollanda ve Belçika'ya yaptığı geziler kendisine Rembrant ve Rubens'in yapıtlarını daha iyi tanıyarak bu sanatçılar hakkında araştırmalar yapmak fırsatını sağladı.
1948, 1949 ve 1950'de Paris'te "Salon de Realite Nouvelles" de açtığı sergiler büyük beğeni topladı.
1949'de "Galerie Maeght' de karma sergiye katıldı. Ünlü "Prinkip Adası'na Yolculuk" ve "Camiler" adlı tablolarını bu dönemde yaptı. Eleştirmenler Nejad Devrim'in resim sanatına köklü çözümler getirdiğini, yapıtlarında eski Bizans ve İslam hat sanatının tüm canlılığı ile korunduğunu yazdılar.
1951'de tümüyle soyut resme yöneldi. Bu dönemde resimlerinde sıcak renkler kullanmaya başladı. Aynı yıl Kandinsky, Jacques Villon ve Poliakoff gibi ünlü sanatçıların katıldığı karma sergilerde resimlerini sergiledi.
1952'de eleştirmen Leon Degand'ın savunduğu "geometrique abstrait" sanatına karşı Poliakoff, Lapique, Chesnay, Loubchansky ve Estienne ile birlikte "Salon d'Octobre" (Ekim Salonu)'nu kurdu. Bir süre sonra bu gruptan ayrıldı.
Paris'te çalışmalarını sürdürürken Avrupa'nın çeşitli kentlerini ikinci kez dolaşarak araştırmalar yaptı. Avrupa'daki katedrallerin vitraylarını inceledi. İtalya'nın Ravenna kentindeki kiliselerin mozaiklerine hayran kaldı.
1952'de Paris'te "Galerie Charpantier'de açılan "Ecole de Paris" sergisine katıldı.
"Yeni Paris Ekolü'nün Ressamları" adı ile tanımlanan bu sergiye sanatçının annesi Fahrünisa Zeid de katıldı. Aynı yıl Paris'te La Hune Galerisi'nde açılan sergide ikinci kez annesi ile birlikte yer aldı.
Paris'te başarıdan başarıya koşarken 1953 yılında Fransız ve İtalyan ressamlarının oluşturduğu bir gruptan davet aldı. Torino'da düzenlenen sergide de Paris'teki başarılarını tekrarladı. Aynı yıl Madrid Modern Sanatlar Müzesi'ndeki sergilere katıldı.
1953 yılı sanat yaşamının en başarılı yılı oldu. Aynı yıl Brüksel'de Galerie Ex-Libis'te düzenlenen sergiye davet edildi.
Paris'te Galerie Paul Fachetti ve Lille'de Galerie Marcel Evraid'de açtığı sergiler büyük ilgi gördü.
Paris'te yaşarken Polonya kökenli bir Fransızla evlendi. Bu evlilikten Veronique adında bir kız çocuğu dünyaya geldi.
Nejad Devrim Paris'teki sanat çalışmaları sırasında eşinden büyük destek gördü.
1955 yılında Tristan Tzara'nın "Le Temps Naissant" adlı şiir kitabını resimledi.
1956 yılında Kopenhag'da Galerie B. Birch'te açtığı sergiden sonra Amerika'ya gitti. Amerika'da kaldığı beş aylık süre içinde New York'un mimarisine hayranlık duydu. New York, Washington ve Filadelphia müzelerinde araştırmalar yaptı.
Paris'e döndükten sonra "New York İzlenimleri" konulu resimlerini sergiledi. Resimlerindeki hareket ve ritimsel öğelerde bu dönemin etkileri görüldü.
1960 yılında Polonya'ya gitti. Başta başkent Varşova olmak üzere tüm ülkeyi dolaştı. Chopin'in müziğinden etkilendi. Chopin'in doğduğu evde incelemeler yaptı. Polonya halk sanatı ve Mazowsza yöresindeki folklörle ilgilendi. Polonya'daki izlenimlerinden esinlenerek yeni tablolar üretti. Aynı yıl Varşova'da Galerie MDM'de ilk kişisel sergisini açtıktan sonra Paris'e döndü. Paul Eluard'ın "Sens de tous Les Intant" adlı şiir kitabını resimledi.
Aynı yıl İspanya'ya gitti. Endülüs sanatından etkilendi. Bu dönemde birçok soyut tablo yaptı. Bunlardan en ünlüsü "İspanya Geceleri'dir. İspanya'dan sonra İtalya'ya gitti. Roma ve Venedik'te mutlu günler geçirdi. "Venedik Serisi"ni bu dönemde tamamladı.
Tablolarında sıcak ve parlak renkler kullandı, gondol figürleri ön planda yer aldı.
1961'de Moskova'ya gitti. Kremlin'deki eserleri inceledi. Moskova'yı Kazakistan ve Özbekistan gezileri izledi. Semerkand'da yaptığı incelemelerde Timur dönemi mimarisine ilgi duydu. "Buhara" adlı tablosunu bu gezilerden esinlenerek yapti.
1962'de Çin'e yaptığı gezi onun ufkunu genişletti. Mao Ze Thung'un ülkesinde yenilikler aradı. Yeni peyzajlarla Çinlilerin dünyasına girdi. Çin'in en önemli on kentini dolaştı. Çin devrimini ve mimarisini inceledi. Eski Çin porselenleri, özellikle mavi beyaz renkli olanlar ilgisini çekti. Çin'deki tüm müzeleri dolaştı. Çin'den döndükten sonra yaptığı tablolarda yeni bir plastik anlayışı benimsedi. Bu dönemde yaptığı tablolarına ruh, desen ve renk zenginliğini yansıttı.
Çin'den döndükten sonra 1963 yılında Paris'te Le Cour d'Ingres'te sergi açtı. Aynı yıl Danimarka'ya gitti. Danimarkalı ünlü öykü yazarı Hans Christian Andersen'in doğduğu kent olan Odensse'de sergi açtı.
On dokuz yıl sonra ilk kez Türkiye'ye gelerek 1965 yılında İstanbul'da Goethe Enstitüsü'nde bir sergi açtı. İstanbul'u, Boğaziçi'ni, doğup büyüdüğü Büyükada'yı doya doya gezdi. Eski dostlarıyla özlem giderdi.
Paris'e döndükten sonra birkaç yıl sergi açmadı. 1967'de Amman'a gitti. Mairie D'Amman Galerisi'nde sergi açtı. Amman'dan döndükten sonra Fransız eşinden ayrılarak bu kez bir Polonyalı ile evlendi. Yeni eşinin arzusu ile Polonya'ya yerleşti.
1969'da Varşova'da Club MPIK'de sergi açarak Polonya'da da büyük ilgi gördü.
Nejad Devrim'in Polonya'lı eşinden ikisi kız birisi erkek üç çocuğu oldu. Uzun yıllar büyük güçlüklere katlanarak Varşova'da yaşadı. Lehçe'yi öğrendi. Varşova'da yaşarken 1973, 1974 ve 1975 yıllarında Danimarka'ya gitti. Cercle d'Art de Gladsaxe'da açtığı sergiler ilgi ile izlendi.
Uzun bir aradan sonra 1975'te Paris'te "Galerie Lemaigre Dubreuil de sergi açtı. Bu sergiyi 1977 yılında Varşova'da "Galerie Krytykowski"deki sergi izledi.
1977 yılı ortasında sanat eleştirmeni Gutowski'nin desteği ile Varşova'da açtığı sergi büyük bir beğeni ile izlendi.
Nejad Devrim Varşova'da yaşadığı dönemde iki kez İstanbul'a geldi.
1981 yılında Bedri Rahmi Galerisi'nde, 1982 yılında da Galeri Tiglat'da sergiler açtı.
1982 yılında Varşova'da "Galeria KMPIK Nowy Swiat" ve 1983 yılında Krokow'da Galeria KMPIK, Maly Rynek"de açtığı sergelerde son tablolarını sergiledi.
Nejad Devrim 1984 yılında üçüncü kez Kopenhag'a gitti. "Galeria Egidius Randers"de açtığı sergiden sonra son sergisini aynı yıl Polonya'nın Slovakya'ya yakın sınır kenti olan Nowy Sacz'da açtı.
Nowy Sacz'daki yıllar onun için kolay bir dönem olmadı. 1988 yılında büyük kızı Sonya'nın ölümü onun için büyük bir darbe oldu. 1990 yılının başında kalp yetersizliği nedeniyle sağlığı bozuldu. 1995 yılının Şubat ayı sonunda uzun süre yaşadığı Sowy Sacz kasabasında yaşamını yitirdi.
Bir Odysseus gibi yaşayan Nejad Devrim Polonya'nın Nowy Sacz kasabasında toprağa verildi.
II NEJAD DEVRİM'İN RESSAM OLARAK KİŞİLİĞİ:
Nejad Devrim Cumhuriyet dönemi çağdaş resmimizin en önemli temsilcilerinden birisidir.
Nejad her döneminde fırçasıyla kendine özgü bir dünya yaratmıştır. Renk ve ışıklı dolu bu dünya Nejad'ın dünyasıdır. Kültürlü ve beğenili bir sanatçıdır. Gittiği her ülkede kişiliği ve yapılarıyla büyük ilgi toplamıştır. Nejad'ın en büyük özelliği Nejad olmasıdır. Resim sanatına daima kendinden birşeyler katmıştır.
1942-1945 döneminde izlenimcilere büyük hayranlık duymuş, parlak, etkili renkler kullanmıştır. 1942 ve 1943 yıllarında "Bodrum İzlenimleri" konulu tablolarında Bodrum'un o zamanki doğal güzelliğini yansıtmış, büyük beğeni toplamıştır. Bu dönemdeki resimlerinde görüntü zenginliği, güçlü renkler ağırlık kazanmıştır.
1946 yılında Paris'e gittikten sonra plastik sanatlarda yeniliklere yönelmiş, resimlerinde cesur, atak ve yaratıcı olmuştur.
Paris'te yaptığı resimlerde soyut resim akımına yakınlık duymuş, soyut akımı savunan bir sanatçı olarak geometrik soyutun karşısında yer almıştır.
1951'de soyut resme yöneldiği dönemde "geometrique abstrait" sanatına karşı Poliakoff ve Lapique gibi ünlü sanatçılarla birlikte "Ekim Salonu'nu kurmuş, en ünlü yapıtlarını bu dönemde yaratmıştır.
Nejad serbest soyutlamanın önemli bir temsilcisi idi. Soyut resim akımına her zaman yakınlık duydu. Kültürel değişimlerde hep ön safhada göründü. Değişimlere kendisini rahatlıkla uyduran evrensel bir sanatçı idi. Kırık ve kesik lekelerle soyutlama eğilimi yıllar geçtikçe güçlendi.
Nejad, tuval üzerine bilincini, kendine özgü dünyasını yansıtan bir ressamdır. Olağanüstü sabırsızdır. Resimlerinde kişisel duyarlılık ön planda yer alır. Kimi resimlerinde eski Türk yazı sanatı ve Bizans sembolizmi ağırlık kazanır. En basit konular fırçasında zengin perspektiflerle açılır.
Resimlerinde şiirsel bir anlatım vardır. Hiçbir modanın öncüsü değildir. İzleyici onun resimlerinde zengin bir tasarım ve imge dünyasıyla karşı karşıyadır. Tuvalin üzerinde kendi iç dünyasını oluşturan dokuyu yansıtır. Doğadan aldığı esinden yola çıkarak size gizem dolu, ışıklı, renkli bir dünya yaratır. Nejad resimlerinde gereksiz tekrarlara yer vermeyen şiirsel bir soyutçudur. Çok yer görmüş bir sanatçıdır. Onun Doğu gözlemciliğinden esinlenerek yaptığı resimler görkemlidir. Bu resimler size yeni bir dünyayı tanıtır. Kırık ve kesik lekeleri gözalıcıdır. Parlak, etkili renk tuşları çarpıcıdır. Hiçbir okulun temsilcisi değildir. Derinliklerden kaçınır. Görsel ritim açısından günümüz soyut estetiğine daha yatkındır. Doğu sanatının iki boyutlu görünümünü kendine özgü bir duyarlılıkla anlatır. Yeni düşünceler üretir.
1967-1977 yılları arasında Venedik, Roma ve Madrid'te yaptığı resimler, mutluluk dolu kaygısız bir yaşamı sergiler. Işık, renk ve coşku şaşırtıcı güzelliktedir.
Sanat Eleştirmeni Ahmet Köksal Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan 31 Aralık 1990 tarihli yazısında Nejad Devrim hakkında şunları yazar:
"Resim içinde yaşadığımız dünyanın nesnel ya da doğal gerçeklerinden hiçbirini anımsatmayan ve onu salt imge yoluyla edinilebilecek ölçütler dışında değerlendiren bir görüşü benimsiyor Nejad. Belirli bir okulun formüllerine girmeyen, ancak genç Paris Okulu'nda benzerlerine rastlanabilen öznel bir gerçekçilik duygusunu renk/leke, çizgi gibi soyut, evrensel öğelerle öngörüyor bu sanat eğilimini."
Ünlü Fransız eliştirmen Georges Boudaille, "Collection Artistes De Ce Temsps" da yayımlanan yazısında Nejad Devrim'i, "uyuyan güzel" gibi hayata gözlerini tekrar açıp yeni bir evrensel sanatın yolunu çizen" bir ressam olarak tanımlar. Boudaille'e göre Nejad, Batılı büyümüş bir Doğulu'dur. Sürrealizme de alternatif gösterilen lirik soyut akımın önemli temsilcisidir.
Yazar, Eleştirmen Erhan Karaesmen 26 Ocak 1988 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan "Kapalı Kutudan Fışkıran Aydınlık" başlıklı yazısında Nejad Devrim'in portresini şöyle çizer:
"Şakir Paşa-zade sülalesinden, bilindiği gibi her doğan çocuk sanatçı adayı ya da en azından sanat kültür duyarlılığıyla donatılmış geleceğin çok renkli bir kişisi olarak dünyaya gelirmiş. Ressam olarak doğan Nejad Devrim, soyunun renkli kişilik geleneğini de yoğun biçimde sürdürmesiyle biliniyor. Ayrıca, uluslararası dalbudaklığı da eksik olmayan bu değişik ailenin öğeleri için bile olağanüstü sayılabilecek bir gezgincilik, Devrim'in sanatçı kişiliğine damgasını vuruyor."
"Nejad kendini Paris'te bulur. Kübizmin, savaş sonrası yeni soyutçuluğun kol gezdiği Paris'te... Orada gördüğü, yaşadığı, galiba artık sanatçı yaşamının geri kalan bölümü için belirleyici olur. Şiirsel soyutçu Nejad Devrim çıkar ortaya."
Yazar, sanat eleştirmeni Erhan Karaesmen'in de dediği gibi Nejad gerçekten şiirsel bir soyutçudur. Şöhret peşinde koşmamıştır. Bir şeyi yaratırken yüreğini ortaya koymuştur.
Nejad, tüm yaşamı boyunca yorulmak bilmeyen bir enerji ile çalıştı. Başta Paris olmak üzere, İtalya ve İspanya'da, daha sonra gittiği her ülkede zamanını müzelerde geçirdi. İtalya'yı baştan başa dolaştı. Paris, Roma, Venedik, Madrid, New York Nejad'ın yaşamında hiç önemini yitirmedi. Çin'den döndükten sonra inanılmaz güzellikteki düşsel dünyasına yeniden kavuştu. Gözlem gücü olağanüstü boyutlara ulaştı. Kimi zaman Türk hat sanatından esinlenerek yaptığı soyut resimler ön planda yer aldı. Kendine özgü lekeler ve geniş fırça vuruşlarıyla oluşturduğu düzenlemeler Batı'da hayranlıkla izlendi. Tablolarında bütünlük özenle korunarak çağdaş bir estetiğe dönüştü.
Nejad, "yorgunluk dönemi" olarak kabul edilen 1980'lerde de yaratıcılığın simgesi olarak nitelendirilebilecek resimler yapmıştır. Dikkatli bir gözlemci onun bu resimlerine baktığı zaman Paris dönemini anımsayabilir.
Yazar, eleştirmen Önder Şenyapılı Şeker Sanat Dergisi'nin Kasım-Aralık 1995 tarihli sayısında resim sanatında ritmin her zaman yakalanmayacağını, doğadaki ritimlerin herkesin kolay duyumsadığının söylenemeyeceğini, bir resimdeki ritmin de herkesin kolayca algılayamacağını ifade ediyor.
Ritim bir müzik terimi olmasına karşın bu terimi tuvaline en iyi yansıtanlardan biri de Nejad Devrim'dir. Nejad'ın resimlerindeki ritmi algılayabilmesi için insanın zihinsel bir çaba göstermesi gerekir.
Nejad Devrim'in özellikle Paris, Roma, Venedik ve Çin'den esinlenerek yaptığı tablolarda şiirsel bir ritm hemen göze çarpar. Nejad, örneğin Venedik konulu tablolarında ritmi gondollarla görselleştirmiştir.
Nejad fırçasını özgürce kullanır. Bazen öfkeli, bazen tez canlıdır. Belleğinde yerleşen fikri tuvaline yerleştirmek için sabırsızlanır. İşe başladıktan sonra rahatlar. Resimde başlangıç onun için önemlidir. Yumuşak fırça darbeleriyle sona yaklaştıkça özgürlüğü doruk noktasına ulaşır. Onun fırçasında renkler kendiliğinde belirir. İstediği rengi bulmuşsa keyfine diyecek yoktur. Onlarla kendine özgü bir diyalog kurar. Kırık ritimler tuvallerde belirmeye başlar.
Renklerin akışı, fırça darbeleri bir başkadır Nejad Devrim'in tablolarında.
AİLE İLİŞKİLERİ:
Nejad Devrim Ressam Fahrünisa Zeid ile yazar edebiyatçı İzzet Melih Devrim'in oğludur. Annesi, İzzet Melih Devrim'den ayrıldıktan sonra Ürdün Krallık ailesinden Emin Zeid ile evlenerek yaşamını Amman'da sürdürmüştür.
Annenin Ürdün'e yerleşmesinden sonra teyzesi Aliye Berger ve dayısı Cevat Şakir Kabaağaçlı Nejad'ı yalnız bırakmadılar. Nejad, Büyükada'da onların kurduğu sanat çevresinde gelişti.
Aliye Berger, Londra'da John Buckland Wright atölyesinde gravür sanatının çeşitli dallarında çalışmıştır. 1950 yılında İstanbul'a döndükten sonra açtığı sergide Türkiye'nin ilk gravür ve grafik sanaçısı olarak kendini tanıtmıştır. Paris, Viyana ve Tokyo'da sergiler açmış, eserleri Viyana'da Arbertina Müzesi'nde yer almıştır.
Halikarnas Balıkçısı adıyla anılan Cevat Şakir, Nejad Devrim'in dayısıdır. İngiltere'de Oxford Üniversitesi'nde okumuş, İstanbul'a dönüşünde Resimli Ay, Resimli Hafta ve İnci dergilerinde yazıları yayımlanmıştır. Yazılarının birinde asker kaçakçılarının yargılanmadan ölüm cezasına çarptırılmasını eleştirdiği için Bodrum'a sürülmüş, 1928 yılında cezasının affedilmesine karşın İstanbul'a dönmeyerek Bodrum'da yerleşmiştir. Bodrum'un eski adı Halikarnas' "Halikarnas Balıkçısı" şeklinde benimseyerek yazı ve öykülerini takma adla yazmıştır.
Gerek Aliye Berger, gerek Cevat Şakir'in Nejad Devrim'in gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Nejad Devrim çok yönlü sanatçı çevresinde büyümüş, resim alanındaki yeteneği kısa zamanda fark edilmiştir.
Nejad'ın Paris'e gitmesinde babası İzzet Melih Devrim'in büyük bir katkısı olmuştur. İzzet Melih Devrim Fransız edebiyat çevrelerince tanınan bir yazardı. Fransa'ya gittiği dönemde bu çevrelerle kurduğu yakın dostluk ilişkileri sayesinde Nejad'a burs sağladı.
Yıllar sonra Nejad babasının yakın ilgisini unutmayacak, yaptığımız söyleşilerde hep ondan, onun edebiyatçılığından, kişiliğinden söz edecektir.
Nejad'ın annesi ile ilişkileri ilk yıllarda "anne-oğul" ilişkisinin de ötesindedir.
Aralarındaki sıcaklık Fahrünisa Zeid'in İzzet Melih Devrim'den ayrılmasıdan sonra soğur. Fahrünisa Zeid Nejad'dan uzakta Amman'a yerleşir. Yaşamının kalan yıllarını Ürdün'de sürdürür.
1983 yılında Nejad'la Varşova'da yaptığım söyleşiler sırasında Nejad'ın annesinden pek az bahsettiği dikkat çekicidir. Annesinden ve üvey babasından yakınır, onların kendisini unuttuklarını söyler.
Nejad, Paris'te olduğu gibi Polonya'da da sıkıntı içindedir. Sıkıntılı günlerinde belleğinden silinmeyen isimler babası, teyzesi Aliye Berger ve dayısı Cevat Şakir olmuştur. Cevat Şakir ile Bodrum'da geçirdiği tatili unutamaz. Aliye Berger ve Füreya Koral isimlerini sık sık anar. Babası İzzet Melih Devrim'in ölümünü unutamaz. Konuşmalarında babası ile ilgili anılarını anlatır.
Paris'te yaşadığı dönemde Polonya kökenli Fransız eşinden ayrıldıktan sonra kendisini yeni bir hayat bekler. Polonya'ya yerleşir. Yaşam koşulları güç bir ülkedir Polonya. Bir süre Varşova'da küçük bir stüdyoda yaşar. Resim çalışmalarını burada sürdürür.
Varşova'da bu kez bir Polonyalı ile evlenir. İkisi kız biri erkek üç çocuk sahibi olur.
İkinci evlilik Nejad'a mutluluk getirmemiştir. Eşiyle ilişkileri giderek soğur. O artık yaşamını üç çocuğuna adayan, onları bakan, büyüten yaşlı bir babadır. Tüm sıkıntılara karşın yaşama iyimser bir gözle bakmaya çalışır. Geçimini sağlamak için sık sık Danimarka'ya gider. Resim alıcıları Kopenhag'da da onun peşindedir. Danimarka'ya yaptığı gezilerden sonra maddi durumu biraz düzelir gibi olur.
Nejad bol ellidir. Elindeki parayı kısa zamanda harcar. Sıkıntılı günler peşini bırakmaz. Tüm enerjisi ile resim çalışmalarını sürdürür. Resim yapmak en büyük tutkusudur. Çok güç koşullarda yaşamını sürdürürken resim alıcılarının tuzağına düşmemeğe çalışır.
Dostluğa değer veren, işine saygılı, çok titiz çalışan bir sanatçıdır Nejad.
Varşova'dan ayrılıp, Polonya'nın Slovakya yakınındaki Nowy Sacz'a yerleştikten sonra aile düzeni giderek bozuldu. Bir mektubunda "Polonya'da yaşam koşullarının çok güçleştiğini, çaresizlik içinde olduğunu" yazıyordu. Eşi ve üç çocuğu ile geçinmek kolay değildi Nejad için.
1988 yılında Nejad'dan aldığım mektup acı bir haberle sona eriyor, büyük kızı Sonya'nın ölüm haberini bana bildiriyordu.
Son mektuplarının birinde "Bütün gazeteleri karıştırıyorum. Annemin ölüm haberini okuyorum. Haber bana son dakikada ulaşıyor. Sizin başsağlığı dileğinize de çok teşekkür ederim" diyordu.
12 Ocak 1994 yılında bana yazdığı son mektup şu satırlarla sona eriyordu:
"Kıymetli dostlar. Tebrikleriniz geldi. Yazık ki telefon numaranız yok. Sizleri telefonla aramak çok isterdim. Burası Nowy Sacz, bildiğiniz gibi... Eski hamam eski tas..."
III-BİLİNMEYEN YÖNLERİ İLE NEJAD DEVRİM:
Gazeteci yazar Müşerref Hekimoğlu Nejad Devrim'le dostluk ilişkisi kurmanın, bu dostluğu sürdürmenin güç olduğunu söyler. Sayın Müşerref Hekimoğlu'nun bu görüşüne katılıyorum. Nejad Devrim'le dostluk kurmak gerçekten kolay değildir.
Nejad Devrim, dostluklarda içtenlik ve dürüstlük arar. Eleştirel düşünceyi özümsemiştir. Dünyanın katı gerçeklerini çok iyi tanır. Kimin dost kimin dost olmayacağını kolaylıkla anlar. Nejad, kendisine gerçekten dost olduğuna inandığı kişilere yakınlık gösterir. Çok iyi bir ruhbilimcidir. Yüreğinin dokusunda insan sevgisi vardır. İnandığı, güvendiği dostlarından sıcaklık ve ilgi bekler.
Yetmiş iki yıllık ömür süreci içinde acılı değişimler yaşamış, mutsuzluk dönemi uzun sürmüş, çaresizliğe karşı göğüs germiş, ama umudunu yitirmemiştir.
Nejad Devrim, resim dışında, okuyan, araştıran, edebiyat, felsefe ve şiirle yakından ilgilenen çok yönlü bir sanatçıdır. Klasik Batı müziği tutkunudur. Alaturkadan büyük zevk aldığı söylenemez. Tarih okumayı sever. Türk ve dünya tarihi ile ilgilenir. Tarihin kendisine çok şey öğrettiği inancındadır.
Nejad Devrim ile söyleşi yaparken onun beklenmedik bir tepkisi ile karşılaşabilirsiniz. Size çelişkiler içinde de görünebilir. Kimi zaman sert ve uzlaşmaz tutumunu yadırgayabilirsiniz. Tüm bunlar geçicidir. Nejad kısa bir süre sonra eski haline döner. Uysallaşır. Sizinle dereden tepeden konuşur. Ömer Hayyam'ı anlatırken Nazım'dan şiirler okur.
"Ben yaptığım her resmimi beğenirim" der ama övgüden hoşlanmaz. Alçakgönüllüdür. Kısa süre içinde değişebilir. Çılgınlık yüreğinden hiç silinmemiştir.
Nejad Devrim gerçek bir Atatürkçü'dür. Osmanlı geleneklerini sürdürmesine karşın Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusu olmuştur. Babası gibi Atatürk'e her zaman hayranlık duymuştur.
"Çevreme bakıyorum, kimseler kalmamış." onun sık sık tekrarladığı sözlerdir. Geçmiş günlerini, akrabalarını, dostlarının özler. Kimi akrabalarının, dostlarının vefasız olduklarından yakınır. Onlarla geçmiş anılarını tazelerken gözleri dolar.
Uzun boyu, sarı saçları, iri cüssesi ile bir filozofu andırır. Onu gördüğünüz zaman ya bir şair ya da bir filozof ile karşılaştığınızı sanırsınız.
Geçmiş günlerden bahsederken "Her şey artık tarih oldu. Tarih, insanlığın anı defteridir." der, eski günlere dönerek size inanılmayacak olaylar anlatır. Onu dinledikçe tarih bilgisinin ne kadar derin olduğunu hemen anlarsınız. İlerlemiş yaşına rağmen hiçbir ayrıntıyı kaçırmaz. İsimler, önemli olaylar bir film şeridi gibi gözünüz önünde canlanır.
Uzun yıllar yurt dışında yaşamasına karşın hiçbir zaman geçmişinden kopmamıştır. Onun her anısı canlıdır. Anılarını yaşayarak anlatır.
Nejad Devrim paraya önem vermemiştir. Resim aracılarından çok çekmiş, güç günlerinde ucuz tablo aracıları çevresinden eksik olmamıştır. Bunların arasında kimileri dost görünmüş, ama o bu yapay dostluklara hiçbir zaman inanmamıştır.
Yaşamın tüm güçlüklerine karşın Nejad Devrim yemeyi ve içmeyi seven sohbeti hoş bir kişi idi. Türk mutfağını ve Türk yemeklerinin tadını hiçbir zaman unutmadı. Onu evimize davet ettiğimiz zaman "Benim su böreğim nerede? Kuzu tandırını özledim. Kuzu tandırı yapabilir misiniz?" sözlerini unutamam.
Varşova'da "Nejad Devrim"li akşamlar bizde unutulmaz anılar bıraktı. Onu çok arayacağız.
83 YILINDA VARŞOVA’DA NEJAD DEVRİM’LE YAPTIĞIM İLK ŞÖYLEŞİ:
Varşova'da her otelin bir "kaviarna"sı vardı. Tıpkı Polonya'nın diğer kentlerinde olduğu gibi. Büyüklü küçüklü kaviarna'lar kentlerin her köşesini doldurur. Yalnız otellerde değil kentlerin birçok yerinde "Kaviarna"lar halkın uğrak yeridir. "Kaviarna" bizde kahvehane anlamına geliyor.
Varşova'ya ilk kez geldiğim 1971 ve 1972 yıllarında "kaviarna"lar beni çok etkilemişti. Burada kültür, sanat edebiyat konuşulur, şiirler okunurdu. Kimileri satranç oynar, kimileri de operalardan aryalar söylerlerdi. Renkli, çoşkulu yerlerdi Polanya'nın "kaviarna"ları.
Scarlatti'ler, Mozart'lar, Tartini'ler çalınır, bazen müzisyenler piyano eşliğinde Bellini'den, Donizetti'den Puccini'den aryalar söylerlerdi. Polonyalı yazar, şair, ressam, müzisyen, sinema yönetmeni, tiyatro sanaçıları için buluşma yeri idi "kaviarna"lar.
1983 yılının Şubat ayında, karlı soğuk bir günde Nejad Devrim'le Otel Europejski'nin kaviarnasında buluştuk. İlk şöyleşimizi burada yaptık.
Ben sordum. O sorularımı yanıtladı.
-Uzun süredir Varşova'da yaşıyorsunuz. Paris'ten sonra Varşova'ya alışmak sizin için herhalde kolay olmamıştır. Polonya ile ilgili izlenimlerinizi anlatır mısınız?
"Tüm zorluklarına karşın Polonya'yı sevdim. Tutsaklığın ne olduğunu en iyi Polonyalı'lar anlar. Yüreklerinde özgürlük tutkusu vardır. Polonya Batı uygarlığının Doğu Avrupa'daki temsilcisidir. Haritada Doğu Avrupa'da yer almasına rağmen her zaman Batı'da kalmıştır. Polonyalı'nın yüreği Batı'da çarpar.
Varşova'ya yerleştikten sonra Paris'i aramadım dersem doğruyu söylememiş olurum. Ressam olsun, yazar olsun her sanatçı Paris'i arar. Paris, bence dünyanın en önemli sanat merkezidir. Paris'te geçen yıllarımı unutamam."
- Kalbinizi Paris'te mi yoksa Varşova'da mı bıraktınız?
"Bir ülkeye ilk kez gitmek her sanatçı için heyecan vericidir. Hele o ülke sanat yönünden ilgi çekici olursa. Benim için Paris'in ayrı Varşova'nın ayrı yeri vardır.
- Polonyalı güçlüklerden yılmayan, çalışkan, dirençli bir halk olarak bilinir. Polonya'nın yakın tarihinde Varşova'nın ayrı bir özelliği var. Polonya'nın yüreği gerçekten Varşova'da mı çarpar?
- "Evet........ Gerçekten de Polonya'nın yüreği Varşova'da çarpar. Onbirinci yüzyıldan onaltıncı yüzyıla kadar Krakow Polonya'nın başkenti idi. Sonra Varşova tarihteki yerine aldı. Başkent oldu. Ama Krakow kültürel değerlerini her zaman korudu. Müze gibi bir kenttir Krakow. Varşova Krakow'dan farklıdır. Bugün Varşova'nın eski şehrini gezenler, gerçeği bilmiyorlarsa İkinci Dünya Savaşı'nda buranın yerle bir edildiğini akıllarına bile getiremezler. Polonyalılar yıkılan Varşova'nın yerine yeni bir kent kurdular. Savaş sırasında çok acı çekmiştir Varşovalılar. Onların öyküleri anlatmakla bitmez."
-
Krakow'dan söz ettiniz. Sizin sanat yaşamınızda Krakow'un etkisi oldu mu?
- "Krakow'da beni en çok etkileyen Wawel Şatosu oldu. Görkemli bir müzedir Wawel Şatosu. Geçmişini, efsanelerini hep canlı tutmuştur."
- Wawel Şatosu'ndaki Türklerden kalan çadırlar kuşkusuz sizi de etkilemiştir...
"Evet. Çadırları her gezişimde eski Türk işlemelerini hayranlıkla izlerim. Bu işlemelerden etkilenerek desenler de yaptığım oldu."
- Polonyalı'yı nasıl tanımlarsınız?
"- Polonyalı'nın tarihten kaynaklanan dayanışma ruhu bugün de önemini korumaktadır. Polonyalı ulusal birlik bilinci ile hareket eder. Sanat ve kültüre büyük önem verirler. Sanat ve kültür olmadan bir ülkenin kimliği belirlenemez. Polonyalı'lar duygulu insanlardır.
- 1983 yılının Varşova'sında yaşamınızı nasıl geçiriyorsunuz?
"Burada yaşamak benim için kolay olmadı. Çok sıkıntılı bir dönem geçirdim. Hala sıkıntı içindeyim. Dayanışma döneminde Varşova'nın yaşam koşulları daha da kötüleşti. Kimseden yardım görmeden mücadelemi tek başıma sürdürdüm."
"Varşova'nın bu güç günlerinde resim dışında zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?"
-"Klasik müzik konserleri ilgimi çekiyor. Az çok Lehçe'yi de konuşup anlayabiliyorum. Tiyatrolara da giderim. Lazenski Parkı'nde Chopin'in heykeli önünde açık hava konserlerini dinlerim. Sergilerin hiçbirini kaçırmam. Her ressamın yaptığı beni ilgilendirir. Resim yapanı her zaman takdir ederim. Ama güzel bir restoranın da özlemini çekiyorum. Burada ne Türk, ne Fransız ne de Çin restoranlarını bulabilirsiniz. İnsan uygarca bir yere gidip yemek istiyor.
- "1983'ün Varşova'sında size cazip gelen başka yerler var mı?
-"1983'ün Varşova'sında belki Batı'da alıştığımız şeyler yok. Ama kültür var. Sanat var. Operalar, tiyatrolar, konserler, sergiler. Salonlar insanlarla dolup taşıyor. Sanatçılara değer veriliyor. Ülke güç ekonomik koşullarda olsa bile sanatçı el üstünde tutuluyor. Devletin sanata ve sanatçıya desteği azalmıyor."
-"Polonya'yı Doğu'da yer alan Batılı bir ülke olarak tanımladınız. Sizce Batılı olmak ne demektir?"
-"Batılı olmanın en etkili yolu kültür ve sanattan geçer. Kültür ve sanata evrensel bir boyut kazandırmadan Batılı olunmuyor."
"Bizdeki sanatçıları nasıl değerlendiriyorsunuz?"
-"Bizde kendi çabalarıyla başarı kazanan sanatçılar bir kenara itilirler. Bu hep böyle olmuştur. Devlet sanatçıyı desteklemez. Sanat hep lüks olarak görülüyor. Bütçeden az para ayırıyorlar sanata ve kültüre. Oysa kültür ve sanat bir ülkenin kimliğini belirler. Bir de kıskançlık vardır bizim sanatçılar arasında. Kimse kimsenin başarısını çekemez.
-"Polonya'da uzun yıllar yaşadınız. Sizi en çok neler etkiledi?"
-"Auswisch'teki toplama kampında gördüklerimi unutamıyorum. Acı bir tablodur gördüklerim. Daha çok şeler yazılacak bu ve diğer toplama kampları hakkında. Polonyalılar önemli günlerini hiçbir zaman unutmazlar. Çok hakikatlidirler.
Bir de Chopin'i dinlerken etkilenirim. İnsanı başka dünyalara götürür.
-"Biliyorsunuz Varşova'nın bir de sokak şarkıcıları ünlüdür. Ben, örneğin "Kapela Czerniakowska'yı çok severim. Bu müzisyenler sizi de etkiler mi?
- "Onlar beni de çok duygulandırır. "Kapela Czerniakowska"yi dinlerken Polonya'daki acılı günlerimi anımsarım. Bu şarkılarda hep melankolik bir hava sezilir. İçlerinden geldiği gibi söylerler. Dayanışma dönemi Varşova'sında hemen her gün kentin belirli yerlerinde toplanırlardı. Bir de askerlerin korosu vardır. Onları da severim.
-"Bir dostunuz Varşova'ya gelse ilk kez onu nereye götürürsünüz?"
-"Eski Şehir'e. Orası bir başka alemdir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki Eski Şehir'in bir filmini izlemiş çok etkilenmiştim. O filmi turistlere hala gösterirler. Filmi görenler sinema salonundan gözleri yaşlı ayrılırlar. Biliyorsunuz On sekizinci yüzyılda Varşova sokaklarını İtalyan ressam Bernardo Belotto çizmişti. Eski Şehir, Belotto'nun yaptığı resimlerden esinlenilerek yeniden inşa edilmiştir. Bu kente ait pek çok anım var. Bu anılar da belleğinden kolay kolay silinmiyor. Tarih boyunca acı çekmiş bir kenttir Varşova."
-"Biliyorsunuz Varşova 1939 yılında yerle bir edilirken Polonya'nın ünlü bestecisi Witold Lutoslawski müzikten ayrı kalamamış ve bu dönemde ünlü "Paganini Çeşitlemeleri"ni bestelemiştir.
-"Evet. Savaşın sona ermesinden sonra bu büyük bestecinin acıları sona ermedi. Bestelerinin büyük bir bölümü Varşova bombardımanında yanıp kül oldu. Bu olay da Varşova'nın acı sayfalarından sadece biridir."
-"Sizinle uzun sayılabilecek bir söyleşi yaptık. Teşekkür ederim."
- "Ben de size teşekkür ederim."
NEJAD DEVRİM'LE VARŞOVA'DA 11 EKİM 1988 GÜNÜ SON KEZ YAPTIĞIM SÖYLEŞİ:
11 Ekim 1988 günü Varşova'dayım. 1987 yılında Gdansk kentinde açtığım sergimi toplamaya gelmiştim. Bu gezi sırasında Nejad Devrim'le Varşova'da Victoria Intercontinental Oteli'nde Canaletto restoranında yemek yiyoruz.
O gün Nejad Devrim çok şıktı. Koyu renkli bir elbise giymişti. Kırmızı renkli kravatı, iri cüssesi, düzgün kesilmiş beyaz sakalı ile Alman baronlarını andırıyordu.
Ben ona 21 Ekim 1988 günü Ankara'da Siyah Beyaz Sanat Galerisi'nde açılacak sergimin broşürünü hediye ettim. Çok sevindi. "Çok Renktir İstanbul" adını taşıyan sergimin resimli broşürü üzerine şunları yazdı:
"Victoria'da Kadillivari kafa çekiyoruz. Ömer Hayyam'ın memleketi yoktur. Evrenseldir. Bayram... Top sesleri... Yavuz bayrakları... Şenlik... Deniz... Rengarenk bayraklar... İstanbul... Karadeniz... Çok yaşa Akdeniz... Ve Marmara..."
Sonra söyleşiye başladık. Bu benim Nejad Devrim'le son görüşmem oldu.
-"Soyadınız Devrim. Devrim sözcüğü size neyi anımsatıyor?"
-"Devrim deyince aklıma Atatürk'ün devrimleri gelir. Atatürk devrimleri devrimlerin en büyüğüdür. Babam İzzet Melih de Atatürk devrimlerini en iyi anlayan ve anlatanlardan biridir. Atatürk'ün devrimciliği ittihatçılardan ve itilafçılardan tam bağımsız oluşuyla ayrılır. Atatürk yaptığı devrimleri her zaman ciddiye almıştır."
-"Doğup büyüdüğünüz yeri özlüyor musunuz?"
Örneğin Büyükada'yı, İstanbul'u...
-"Büyükada'yı, İstanbul'u kim özlemez. Ama ne yazık ki İstanbul artık kimlik değiştirmiş, Son gelişimde tanıyamadım.
Bazı yerler zevksizlik örneği. Nerede bizim zamanımızdaki İstanbul... Anadolu'lu İstanbul'lu olmuş... Bağnazlık da artmış. Nedir o örtünenler... Örtünenler arasında bir tane güzel kadın görmedim. İstanbul'da bir de görgüsüzlük artmış. Parası olan kendini önemli kişi zannediyor."
-İstanbul'un en çok neresini anımsarsınız?"
-"İstanbul'da hiçbir yer belleğimden silinmedi. Hangi birisini anlatayım. Büyükada'nın her yerini bilirim. Vapur iskelesi, çarşı, hükümet konağı, plajlar, balık restoranları, köşkler, konaklar ve o köşklerde yaşamış akrabalarım. Hepsi gözümün önüne geliyor. Ama ne yazık ki Büyükada'da yozlaşma hızla tırmanıyor. Eski konaklar yıkılıyor, çarpıklıklar artıyor.
-"Ya Şakir Paşa Konağı?"
"Orayı nasıl unutabilirim. Konağın her köşesini anımsarım. Konağı o kadar özledim ki duygularımı size anlatamam.
"Ada'nın el büyüklüğündeki midyeleri gözümün önüne geliyor. Kadife koltuklu ada vapurlarını, martıların çğlıklarını, faytonla yaptığım gezileri hiç unutamıyorum."
-"Şakir Paşa Konağı'nın sakinleri sizin sanat yaşamınızda önemli rol oynadı? Kimleri hatırlıyorsunuz?"
-"Şakir Paşa Konağı'nda zengin bir sanat ortamı vardı. Benim için tam bir okuldu. Çocukluğum, ilk gençliğim orada geçti. Sanatı orada tanıdım. Konağın sakinlerinin çoğu göçüp gitti. Kimileri acı, kimileri de tatlı anılar bıraktı belleğimde..."
-"İstanbul konusuna tekar dönüyorum. Ömrünüzün kalan yıllarını İstanbul'da geçirmek ister miydiniz?"
-"Çok isterdim. İstanbul'un param parça olduğunu bildiğim halde. Şimdi herkes İstanbul'lu olmuş. O güzelim İstanbul Türkçesi de yok olup gitmiş. Nerede Adalet Cimcoz'lar Ferdi Tayfur'lar... Ne güzel konuşurlardı Türkçeyi radyolarda. Filmlerin dublajlarında....
-"Parası olan şimdi kendini önemli kişi sanıyor." dediniz. İstanbul'da çok para kazananlar şimdi kendilerine yeni bir uğraş alanı bulmuşlar. Antika ve resim satın alıyorlar. Sizce bu heves geçici midir?"
-" Yeni zenginler görgüsüzlüğü silemiyorlar. Bunu silmek o kadar kolay değil. Resim alırken "Bu resim ilerde değer kazanır mı? Para eder mi?" diye soruyorlar. Bana da çok sordular. Batılı böyle düşünmez. Resmi beğendiği için, zevki için alır. Avrupa'yı dolaşan Türkler'in büyük bir bölümü sanatla, tiyatroyla, müzelerle pek ilgilenmezler. Akılları fikirleri alışveriştedir. Ya da başka şeyde..."
-"Şimdi bir başka konuya geçiyorum. Annenizden haber alıyor musunuz?
-"Annemle haberleşmem yok denecek kadar az. Bağlarım tamamıyla koptu. İstanbul'daki yakınlarım, dostlarım da beni unuttular. Çoğu vefasız çıktı. Çıkarı olan peşimden koşuyor. Yorgun savaşçılar nasılsa öyleyim. Yaşam savaşıdır bu... Onları düşünmeme pek zaman kalmıyor. Dost olduğunu söyleyenler de beni unutup gittiler."
-"Sanatçı olarak anneniz Fahrelnissa Zeid'i beğenir miydiniz?"
-"Kuşkusuz önemli bir ressamdır. Annemle Paris'te bir karma sergiye katılmıştık. İki ressam gibi hareket ettik Kimse bizim ana- oğul olduğumuzu söyleyemezdi. Ben bağımsız yaşadım. Annemle ilişkim hep kopuktu. Bağlantımız hiçbir zaman sürekli olmadı. Böyle bir ilişkiye ana-oğul ilişkisi demek güçtür. Ayrı dünyaların kişileri olarak ben onun resimlerini beğenirdim. O da benimkilerini. Ama hepsi o kadar.
-"Biraz da babanızdan söz eder misiniz?"
-"Babam benimle her zaman ilgilendi. Fransa'da sevilen bir kişiydi. Paris'e gitmeme yardımcı oldu. Onun bir baba olarak şevkatli bakışlarını unutamam. Belki biliyorsunuz babam edebiyat çalışmalarına Fecriati topluluğu içinde başladı. "Sermet" adlı romanını unutamam. Roman sonra Fransızca'ya çevrildi. Pierre Loti'nin önsözüyle Paris'te yayımlandı. Günümüzde babamın edebiyatçılığını, ya da gazeteciliğini anan var mı, bilemiyorum."
-"Sanat tarihçisi Lydia Harambourg "L'Ecole de Paris" adlı kitabında sizden de bahseder. Bu kitapta hakkınızda yazılanları okuyunca bir Türk olarak gurur duymuştum. Sizin Paris döneminizdeki başarılarınızdan söz ediyordu. Paris'te Türk resim sanatının bir elçisi gibi ülkemizi temsil ettiniz.,
-"Bu sözleriniz beni çok duygulandırdı. "Nejad" ismi o dönemlerde Paris'te çok duyuldu. Fransa'da bu kadar tanınırken Türkiye'de az tanınmanın nedenini de anlamış değilim. Bizde o zamanlar basın sanatçıya pek önem vermezdi. Eskiden sanatçılar özellikle ressamlar biraz küçümsenirdi. Devletin sanatçıyla ilgilenmesi yeni başladı. Dilerim bu ilgi sürekli olur.'
-"Resimsiz var olabileceğinizi hiç düşündünüz mü?
-"İnsan yaşamak için ilgi duyduğu alana yönelir. Ben resimsiz var olabileceğimi düşünemiyorum. Ama resmin dışında diğer sanatlara da ilgi duydum.
- Güzel sanatların hangi alanı ilginizi çekti?
-"Babam gibi edebiyatla da ilgilendim. Okumayı, araştırmayı severim. Gerçek sanatçı sanatın her dalıyla ilgilenmek zorundadır. Sanat bir bütündür. Örneğin bir sinema yönetmeni, kendi alanı dışında plastik sanatlara, edebiyata, tiyatroya, özetle güzel sanatların her dalına ilgi duymalıdır. Ressam da aynı şeylere ilgi duymak zorundadır. Yalnız resim yapmakla iş bitmiyor.
-"Sinemaya ilgi duydunuz mu?"
-"Gençliğimde çok ilgilenirdim. Sinema çok şey bilmeyi gerektiren bir sanattır. Felsefe, şiir, edebiyat, resim, her şey sinema içinde yer alır. Sinema yönetmeni bir geminin kaptanı gibidir."
-"Çok yer gezdiğinizi biliyorum. En çok hangi ülke sizi etkiledi?"
-"Gittiğim her ülkenin sanatından etkilendim. Çinlilerin dünyasına dalmak da ilgimi çekmişti. İnsan böyle az bilinen bir ülkede yeni şeyler keşfediyor. Gezdiğim kentler arasında beni en çok etkileyen Paris oldu. Sonra İtalya'daki şehirler ve New York. Doludizgin bir hayat yaşadım. İlerleyen yaşıma rağmen gezmekten hiç yorulmadım.
-"Bir söyleşimiz sırasında bana Venedik'ten de çok etkilendiğinizi söylemiştiniz."
-"Yalnız Venedik değil İtalya'nın hemen her kenti beni etkiler. İtalya'da sanat dünyası bambaşkadır. İçin girdiğiniz zaman adeta kaybolur nereye bakacağınızı şaşırırsınız. Venedik'ten çok güzel günler geçirdim. İnsan böyle ilginç yerde neler yapmaz. Size bir ara "Venedik serisini göstermiştim. Ben bu resimleri çok beğenirim. Venedik'te küçük boyutlu resimler yaptım. Hepsini de çok sevdim. Kaygısız bir yaşamım vardı İtalya'da. Bu ülkenin iklimi, insanlarının sıcaklığı beni etkiledi. Yaptığım resimler de değişik tarzda oldu."
-"Giritli Kadın" adlı tablonuzu hayranlıkla izlemiş, onu satın almıştım. Bu tabloyu sanırım Varşova'daki küçük stüdyonuzda yapmıştınız. Geleneksel figür anlatımından farklı idi bu tablonuz.
- Evet. "Giritli Kadın"ı Varşova'da yaptım. Sadece mavi renk kullandım. O dönemde aklım Giritli kadınlara takılmıştı.
Değişik türde bir çalışmaydı.
-"Matisse'i çağrıştıran "Bodrum İzlenimleri" konulu tablolarınızı da çok sevdiğinizi söylemiştiniz."
-"Evet. Bodrum'da dayımın evinde kalıyordum. Dayım ile Bodrum'da geçirdiğim güzel günler belleğimden hiç silinmedi."
-"Resim yaparken neler düşünürsünüz?"
· Resim yaparken o günkü ruhsal durumun beni doğal olarak etkiler. O günü iyi geçirmişsem yapacağım resim kendiliğinden ortaya çıkar. Onu önceden görür gibi olurum. Yaparken ben de sonunun nasıl şekilleneceğini merak ederim. İşe çok kötü başlamışsam, tabloyu bozmak gelir içimden."
-"Varşova'da stüdyonuzu gezerken bazen resimlerinizi kitapların kapaklarına, kağıt parçalarına yaptığınızı gördüm. "Bu yolu sık sık seçer misiniz?"
-"Ben ambalaj kağıtları üzerine bile resim yaptım. Bunlar çoğunlukla sulu boya ya da guaşla yaptığım resimlerdir. Akrilikle de resim yapmayı severim. Benim için istediğim rengi bulmak önemlidir. Biliyorsunuz resim renk demektir.'
-"Tekrar New York'a dönüyorum. Bir söyleşimizde New York'un sizi çok etkilediğini söylemiştiniz. Neden New York?"
-"New York'ta soyutlama eğilimim giderek güçlendi. Bu şehrin mimarisine hayran kaldım. Gökdelenlerden kurulu bir şehirdi New York. Işıklarını sevdim. Beş ayın nasıl geçtiğini bilmiyorum.
-"New York'ta yeni dostlar edindiniz mi?"
-"New York'ta resim koleksiyoncuları peşimi bırakmadı. Prof. Whitmore aracılığıyla ünlü Amerikan yazarı Gertrude Stein ile tanıştım. Sanatımla ilgilendi. Sonra Stein'in sekreteri Toklaş ile tanıştım. Stein'in evinde Picasso, Juan Gria ve Picabia'nın resimleri beni çok etkiledi. Bunları daha önce kimseye göstermemişler. Bir sır gibi saklanmış bu resimler. Toklaş benim resimlerimle çok ilgilendi. Bir de New York'ta resim tüccarı Maratier benim resimlerimle ilgilendi. Beni Paris'te ünlü sanatçılarla tanıştıran bu kişidir."
-"Paris'ten söz açılmışken size soramadığım bir soruyu sormak istiyorum. Paris'te ilk yıllarınız nasıl geçti?"
-"Paris'e ilk geldiğim günlerde "rue Vavin"de küçük bir daireye yerleştim. Montparnasse'a yakın bir yerdeydi. Sonra "rue de la Grande Chaumieres" de bir atölye kurdum. 1948'de Modigliani, Gromaire, Soutine gibi üstatların açtığı "14 Cite Faiguire'deki atölyede de çalıştım."
-"Bir ara Polikoff, Bissiere ve Lapique gibi ünlülerle de dostluğunuz oldu."
"- Evet. Onlarla Paris'te "Ekim Salonu"nu kurduk."
-"Sanatçıyı nasıl tanımlarsınız?"
-"Önce kültürel birikim. Sanatçının okuyan, araştıran, kendini yenileyen, bir kişi olması gerekir. İnsan kendini yeniledi mi çevresini de etkiler. Sanatçı içten ve duyarlı olmalıdır. Kendini sadece resme veren bir kişinin kültürel birikimi sınırlı düzeyde kalır. Gerçek sanatçı olamaz. Sadece resim yapar. Ressam olur, ama sanatçı olamaz. Resim, şiir, müzik, edebiyat kişiyi yüceltir."
-"Büyük ustalara her zaman ilgi duydunuz. Gençlik yıllarında Matisse'i sevdiğinizi söylemiştiniz."
-"Evet. Hem Matisse'i hem de Bonard'ı çok severim. Cezanne'a da hayranlık duyarım. Cezanne gerçek bir öncüdür. Onun yaptıklarına resim denir. O bence ressamların en büyüğüdür. Diğer ustaları da unutmamak gerek. Hepsinin adını burada tek tek sayamıyorum. Her gittiğim müzede onların resimlerini incelerim. Büyüklerin arasından en iyilerini seçmek zordur. Örneğin Manet ile Matisse arasında nasıl seçim yapabilir siniz? Hangisi daha iyidir diyebilirsiniz?"
-"Ben hangi ülkeye gitsem yeniden dünyaya gelmiş olurum." demiştiniz.
-"Evet. Her gittiğim yerde yeni şeyler öğrenirim. Ayrıca temas ettiğiniz kişiler de size çok şey öğretebilir. Artık yaşlanıyorum. Eskisi gibi kolay gezemiyorum."
-"Bedri Rahmi ve Fikret Mualla ile yakın dostluğunuz vardı. Onların eserlerini de beğenir misiniz?"
-"Hepsini beğenirim. Bende Bedri Rahmi'den birkaç resim var. Bana hediye etmişti. Hala saklarım onları. Mualla da büyük ressamdır. Öldükten sonra değeri anlaşıldı. Kimi sanatçıların eserlerinin değerlenmesi için ölümleri bekleniyor. Mualla da benim gibi malzeme bulamadığı zaman kağıt parçalarına resim yapardı. Ben onun biraz da ilerisindeyim. Ambalaj kağıtlarına da resim yaptığım oldu. Mualla hep sıkıntı içinde yaşadı. Ona sonradan sahip çıkanlar oldu. Ben kimseden destek görmedim."
-"Sizce Türkiye'de sanata önem veriliyor mu?"
-"Türkiye'nin uluslararası saygınlığı ancak kültür ve sanatla olur. Önce sanatçılarına sahip çıkmazı lazım. Batılı olmak giysilerle, kravat takmakla, pahalı restoranlarda yemek yemekle gerçekleşmiyor. Batılı olmak derken çağdaş bir aydın olmayı kastediyorum. Ne yazık ki bizi bizden çok yabancılar takdir ediyor. İşte ben buna çok üzülüyorum."
-"Sanat eleştirmenleri hakkındaki düşünceleriniz?
-"Bizde sanata gönül vermiş kişileri eleştirmenler bazen acımasızca eleştirir. Kısır tartışmalarla, kelime oyunları ile kendilerini önemli kişi zannederler. Eleştirmelerin yeterli olgunluğa erişmiş olmaları için zaman gereklidir. Gerçek eleştirmenlerin sayıları bizde çok az. Geçmişte de böyleydi. Türkiye'de önüne gelen kendini eleştirmen sanıyor."
-"Toplumlar yaratıcılıkları ile değerlendirilirler. Bu bağlamda kültür ve sanat bir toplumun ilerlemesinde önemli rol oynar. Siz kültür ve sanat hakkında neler söyleyeceksiniz?"
-"Sanatçısına ve sanata sahip çıkan ülkeler saygınlık kazanırlar. Uluslararası alanda saygınlık sanatla başlar. Batı dünyası bunları çoktan aşmış. Kabuğundan sıyrılmış, kendini yenilemiş, Kabuğundan sıyrılmak, bilinçlenmek kolay olmuyor. Bilgi, birikim, görgü lazım. Bizde piyasadaki şarkıcıların hepsi sanatçı. Gerçek sanatçılarımız var. Ama bunları dünyaya yeterince tanıtamıyoruz.
-"Bana söyleyeceğiniz son sözleriniz?"
-" Sanatçının yaşam ile yaratmayı özdeşleştirmesi gerekiyor. Bir de size çok sevdiğim bir fıkrayı anlatayım. Bunu herkes bilir. Ama ben yine de anlatmak isterim. Picasso, Gertrude Stein'in ünlü portresini yaptıktan sonra kendisine gösterip nasıl bulduğunu sorar. Stein heyacanlanır. Derin derin nefes alır. Sonra konuşmaya başlar. "Resim güzel, beğendim. Ama bana hiç benzememiş"der. Picasso'nun yanıtı harikadır. Stein'a döner "Ama günün birinde siz ona benzeyeceksiniz" der.
NEJAD DEVRİM'DEN MEKTUPLAR
Nejad Devrim yaşamının 49 yılını yurt dışında geçirdi. Uzun süre Varşova'da yaşadıktan sonra 1986 yılında Polonya'nın Slovakya sınırına yakın küçük bir kasabası olan Nowy Sacz'a yerleşti. 1995 yılı Şubat ayının soğuk ve karlı bir günü bu kasabada yaşama veda etti.
Nejad Devrim'in Varşova, Nowy Sacz ve Kopenhag'dan bana yazdığı mektuplar onun vatan özlemini, gurbetteki yaşam savaşını ve derin duygularını yansıtmaktadır.
İşte Nejad devrim'in kendi kaleminden Varşova ve Nowy Sacz'daki yaşamına ilişkin ilginç satırlar....
11 Eylül 1991
"Ankara'da
Nev Sanat Galerisi'ndeki sergimi herhalde gördünüz. Katalog basılmış. Çok memnun oldum..."
"Gazeteleri karıştırıyorum. Bütün gazeteler yazıyor, annemin vefat haberini. Ben son dakikada haberini alıyorum. Sizin haber vermenize de teşekkür ederim..."
"Burası "Nowy Sacz" bildiğiniz gibi... Eski hamam eski tas..." (11 Eylül 1991 tarihli Nowy Sacz'dan gönderdiği mektubundan)
21 Şubat 1988
"Sabahtan beri bu mektubu yazmak için hazırlandım. Hastayım. Stres içinde olduğum için de göremiyorum. Bir yerden bir yere giderken yoruluyorum. Artık ihtiyarladım. Yoga lazım. İstanbul, Adalar gözümde tütüyor. Deniz lazım. Ben adam akıllı delirdim. Çelişkili yazılar yazıyorum..."
"Burada uygarca bir hayat yaşamak için binlerce dolar lazım. Doğru dürüst bir Çin yemeği büyük yekün tutuyor..."
"Gece yarısı oldu. (Saat resmi çizmiş ve 12'yi işaretlemiş) Çalınan tablolar hala bulunamadı..."
"Bilirmisiniz, Şehir tiyatroları'nın ünlü bir oyuncusu vardı Adı Cahide (Sonku), bir de Ferdi Tayfur ve kardeşi Adalet Cimcoz. Ne yazık, hiçbiri hayatta değil... O günleri özlüyorum, İstabul'u, Beyoğlu'nun eski günlerini...."
12 Eylül 1989
"Ben Türk gazetelerini okuyamıyorum. Hiçbir gazete elime geçmiyor. Ne olur bana Türk gazetelerini gönderin..."
"Benim bir kedim vardı... Siyah. İsmi Arap, Arap... Kalbim harap..."
Nejad Devrim, bu mektubunda babası yazar İzzet Melih Devrim'in düşmanlarından bahseder, fakat bunların kim olduğunu söylemek istemez...
"Herkes bilir ki burada delirdik, ve burası saçma sapan bir yer. Bunlar gurbette kalmış bir dostun satırları..."
Sonra Ankara'da MI-GE Sanat Galerisinde açtığım sergisinden bahsediyor ve şöyle diyor:
"Bana o katalogdan on tane göndersinler ve elle doğum tarihimi düzeltsinler."
21 Mart 1990
"Çok hastayım. Paris'e gitmek istiyorum ama gücüm yok. Bulunduğunuz yerde (Ben Dubai'de Başkonsolos iken yazıyor) resim meraklıları vardır. Belki oralarda resimlerimi satabilirim..."
23 Mart 1989
"Kopenhag'dayım. Nowy Sacz'dan sonra çok değişik geldi. Buradan yazıyorum. Kartınızı Sayın Büyükelçiye verdim. Dört aydır lüks bir otelde kalıyorum. Sıhhatim çok fena. Varşova'da gördüğünüz gibi..."
"Kısmet ne ise bu işin içinden çıkarız..."
22 Mart 1990
"Kızlarımdan büyüğü Seniye, ondokuz yaşında. İstanbul doğumlu... Bir kazada öldü... Onunla en son Varşova'dan Kopenhag'a gitmiştik... Bir sürü fotografları var... Bu felaket beni yıktı... Mektup yazacak halim yok... Bir ay oldu, vefat edeli... Varşova'ya geldiğinizde bilmem beni hayatta bulur musunuz?"
Nejad'ın tüm acısına rağmen şu satırları çok çarpıcı:
"Şermin hanımefendi ve Mahdum Bey, Doruk iyi mi? (Doruk, Nejad Devrim'in küçük kızı Slyvia'nın Varşova'dan arkadaşı idi. Bizi ziyaretlerinde Doruk'a getirdiği armağanları hala saklıyoruz.)
"Oraları çok güzel yerlermiş. (Dubai'den ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden bahsediyor) Burada bahar oldu... Ama kış olmadı... Keşki gene Varşova'ya yerleşseydim. Dokuz aydan beri yeni yaptığım resimler var elimde... Daha çok çalışmak istedim. Burnumdan geldi..."
12 Ocak 1994
"Kıymetli dostlar... Tebrikleriniz geldi... Yazık ki telefon numaranız yok... Zira sizleri telefonla aramak isterdim. Şimdi Otel Crakovia'da kalıyorum..."
11 Ekim 1988 günü, Varşova'da Victoria İntercontitental Otelinde yemek yerken yemek yerken Ankara'da Siyah-Beyaz Sanat Galerisi'nde açtığım sergimin davetiyesine yazdıkları:
"Victoria'da Canaletto Restoranında Kandillivari bir yemek yiyoruz... Ömer Hayyam'ın memleketi yoktur... Evrenseldir..."
"Bayram...Top sesleri...Yavuz'un bayrakları…Şenlik...Deniz...Rengarenk bayraklar... İstanbul... Karadeniz...Çok yaşa Akdeniz...Marmara...Mesut oldum.
Tebrikler... AliyeTeyze'yi, Suat Dayı'yı, Büyükada'yı eski günleri, gençliği hatırladık..."
NEJAD DEVRİM'LE VARŞOVA'DA
Nejad Devrim'i Varşova'da tanıdım. Varşova'da Büyükelçilik birinci müsteşarı olarak görevli olduğum yıllarda.
Düzgün kesilmiş beyaz sakalı, geniş yanakları, iri cüssesi, kırmızı fuları ile Orson Welles'i andırırdı.
Varşova'nın karlı ve soğuk günlerinde Nejad'ın stüdyosu her zaman sıcak ve sevimli olurdu. Söyleşilerimiz sırasında saatlerin nasıl geçtiğini anlayamazdık. Küçük kızı Slyvia bir yandan resim yapar, bir yandan da meraklı bakışlarla konuşmalarımızı dinlerdi.
Nejad onu yanından ayırmazdı.
Nejad'ın konuşmalarında İstanbul özlemi hiç eksik olmazdı. Geçmiş yıllara döner, Büyükada'daki gençlik yıllarını anlatırdı. Şakir Paşa Konağı'nın onun yaşamında özel bir yeri vardı.
Bir söyleşimiz sırasında Paris'te geçirdiği uzun yıllardan sonra Varşova'nın alışılması güç bir kent olduğunu söylemiş, "Ama artık Varşova'yı seviyorum. Polonyalıları, onların güç koşullarda bile kültür ve sanatı önemsemelerini hayranlıkla izliyorum" demişti.
Nejad Varşova izlenimlerini anlatırken İstanbul gibi Paris'ten de sözetmeden duramazdı." Paris, İstanbul gibi bir başka dünyadır. Sanatın merkezini insan unutamıyor. Avni Arbaş, Selim Turan, Abidin Dino ile aynı yıllarda Paris'e gitmiştik. Paris'te onlarla birlikte sanatın tadı bir başkadır. İnsan dostlarıyla birlikte bu kentin büyüsüne bir kez kapılmasın" sözleri belleğimden silinmiyor.
Paris'te geçirdiği uzun yıllar onun sanat yaşamının önemli bir dönemidir. Nejad en güzel eserlerini orada vermiş Fransa'daki çağdaşlarını uğraştıran, birçok sorunu önceden sezmesi Paris sanat çevrelerinde hayranlık uyandırmıştır.
Nejad'ın her sergisi yeni bir buluş, yeni bir deneyimdir. Onun çoşkulu fırçasını her tablosunda görebilirsiniz.
Yumuşak lekeleri size gülümseyerek bakar. Siz o lekelerden kendinize göre anlam çıkarabilirsiniz. Onun yalın ve dengeli fırça darbelerini izleyenler Nejad'ın kişiliğinde şiirsel özgürlüğün tadını çıkarabilirler
Nejad kendini tekrarlamayan özgün bir sanatçıdır. Değişimlere ayak uydurmaya çalışır. Yenilikçidir. Özgün soyutlamalarıyla ünlenmiştir.
Sembol ve ritim Nejad'ın kendine özgü dünyasını oluşturur. Bu renk dolu bir dünyadır. İçine girebilmek için Nejad'ı anlamak gerekir. O çağdaş resim sanatımızın olağandışı yeteneklerinden biridir.
Uluslararası alanda ilerlemek isteyen Türk sanatçılarının önüne sayısız engeller çıkar. Nejad tüm engelleri aşan ender sanatçılarımızdandır.
1988 yılında Varşova'da onunla son kez yaptığım söyleşimde Nazım'ın bir şiirini okumuştu.
"Paydos diyecek bize bir gün tabiat anamız,
"Gülmek, ağlamak bitti çocuğum"
"Ve tekrar uçsuz, bucaksız başlayacak görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat..."
Nejad Devrim, 1995 yılının Şubat ayında Nowy Sacz'da hayata paydos dedi.
Günün birinde belki Büyükada'daki sevdiklerine kavuşur.
SON NAĞMELER
1995 yılı Şubat ayında Nejad Devrim'in Nowy Sacz'dan gelen ölüm haberi üzerine sarsıldım. Yüreğime hüzün oturdu. Bir süre kendime gelemedim.
Ölen dostların arkasından yazı yazmak bana zor geliyor. Hele bu dostun adı Nejad Devrim olursa işim daha da zorlaşıyor.
"Yaşamak değil, yaşadıkça bir şeyler yapıp doldurmak ilginçtir" der Bilge Karasu. Nejad Devrim de yaşadıkça hep bir şeyler yapmak için çalıştı. Yaşlanmaktan korkmadı. Zorlu yaşamına karşın yılmadan resim yaptı. Hep bir şeyler yaratmak çabası içindeydi.
Şimdi duvarlarda onun tablolarını izliyorum. Elimde Nejad'ın "Son Nağmeler" adlı tablosu var.
"Renkli gamlar", "Sarı laleler", "Uzun sahiller'den sonra neden "Son Nağmeler"?
Nejad bu sorumu yanıtlamadı.
Varşova'daki küçük stüdyosunda bana bu tabloyu verirken düşünceliydi. Bir ara gözleri doldu. Doğup büyüdüğü yeri, İstanbul'u, Büyükada'yı hatırladı.
"Yasemin kokusunu özledim. Büyükada'nın ilkyazı çok güzel olurdu. O günler geride kaldı artık. Ama hiç belli olmaz, günün birinde belki oralara kavuşurum. Acaba eski konakları görebilecek miyim? Belki de yerlerinde yeller esiyordur.? sözleri kulaklarımda çınlıyor.
Bana verdiği tabloyu sekiz yıl önce yaptığını söyledi. Polonya'nın Slovakya sınırı yakınında Nowy Sacz kasabasına yerleştiği dönemde.
Nejad Devrim, Nowy Sacz'da çok sıkıntılı yıllar geçirdi. Polonya'daki yokluk dönemi onun sıkıntısını daha da arttırdı.
1988 yılında büyük kızı Sonya'yı yitirdikten sonra küçük kızı Slyvia'ya dört elle sarıldı.
Kızının ölüm haberini bildirdiği günlerde ben Birleşik Arap Emirlikleri'nde Başkonsolos olarak görevliydim. Ondan acı bir mektup aldım.
"Bu felaket beni yıktı. Şimdi onun fotoğraflarına bakarak oyalanıyorum. Yanımda küçük kızım olmasa kim bilir ne yapardım?" diyordu.
Mektuplarında kimi zaman ilk eşinden söz açıyor, Paris'te yaşayan kızını özlediğini yazıyordu.
Nejad Polonyalı eşinden olan küçük kızı Slyvia'ya çok düşkündü. O da babası gibi resim yapardı.
Bir gün onları Varşova'da evlerinde ziyaret ettim. Soğuk bir kış günüydü. Nejad her zamanki konukseverliğini o gün de gösterdi. Dolabından viski şişesini çıkararak bana ikram etti.
"Su böreğim yok. Size ikram edemiyorum. Biliyorsunuz su böreğini her zaman özlerim. Ama onun yerine biraz Rus havyarı ve peynir var. Onları yeriz." demişti.
Slyvia bana ilk kez yaptığı bir tabloyu gösterdi. Beğendiğimi söyledim. Nejad yerinden doğrularak kulağıma şu sözleri fısıldadı:
"Seniye (Slyvia'ya Seniye derdi) resim yapmayı çok seviyor. İlerde belki büyük bir ressam olur. Bu tablo onun ilk ciddi çalışması. Onu desteklemek lazım. Siz satın alırsanız çok sevinecek. Biliyorsunuz her ressam tablosunun satılmasını ister."
"Ben de zaten satın almayı düşünüyordum." dedim. Slyvia tablosunun satın alındığını öğrendiği zaman sevinç çığlıkları attı. Oynuyor, gülüyor, yerinde duramıyordu. İlginçtir. Slyvia'nın tablosu babasının yaptığı Büyükada'daki Tepeköy mezarlığının bir benzeriydi.
O gün stüdyoda onlar resim yaptılar, ben onları izledim.
Nejad son dönemlerinde menekşe rengini kullanmayı severdi. Tablolarını izlerken onun iç evrenine doğru yolculuk başlardı.
Nejad gerçekçiydi. Yüzeysellikten hoşlanmazdı. İnsanlara sevecenlikle bakar, dünyada olup bitenlerle, sanatın yüzlerce yıllık geçmişiyle yakından ilgilenirdi.
Nejad'ın "Kronika" adlı not defterime yazdıklarını anımsıyorum. Bir gece evimizde onun onuruna yemek verdik. Çok sevindi. Türk mutfağını özlemişti. Yemekten sonra kızı ile birlikte bize veda ederken not defterime şunları yazdı:
"Daver Bey ve Şermin Hanım'ın evinde eski günleri yad ettik. Renklerinde Göksu, Kanlıca, Kandilli, Yeniköy vardı.
Eski hatıralar... Yahya Kemal...Derin deniz...Boğaz...Orhan Veli'nin balıkları... Mualla'nın, Bedri Rahmi'nin hanları... Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı..."
Nejad Devrim uzun yıllar Türkiye dışında yaşamasına karşın ülkesinden hiç kopmadı. İstanbul özlemi ile doluydu. Belki de Tepeköy tablosunu bu özlemle yapmıştı. Bilemiyorum.
Geçmiş günleri anımsarken yüzünde derin bir acının yorgunluğunu sezerdim.
Nejad Devrim hakkında ilerde daha çok şey yazılacağına inanıyorum.
Bu küçük kitap bizi onurlandıran bu büyük sanatçımızı daha yakından tınamak için sadece bir başlangıçtır.
NEJAD DEVRİM HAKKINDA YABANCI BASINDA YAYIMLANMIŞ YAZILARDAN ÖZETLER
"Nejad, sabırsızlığın ressamıdır. Beş tuğlu paşaları andıran, geniş yanaklı, sarı saçlı bu büyük çocuk olgunluk çağını yaşıyor. Bugünkü ressamlar arasında en iyilerinden birisi kuşkusuz Nejad'tır. İnce tuşları ile dikkat çeker. Kendine özgü ritmi ile büyük Nejad geleceğe doğru emin adımlarla ilerliyor."
(Pierre Courthion (1961 yılında yazdığı kitabının önsözünden)
"Nejad, eski Türk yazı sanatına ve Bizans sembolizmine bağlı kalarak mekan ve ritm arayışlarına yönelirken yeni çözümler buluyor. En basit konular onun fırçasında zengin perspektiflere dönüşüyor. Açık pencereleri, sahilleri, uçan kuşları, yelkenlileri cesurca boyamaktadır. Doğudan ilk kez Fransız resmine ulaşan bu yeni akım bizim için büyük kazançtır."
(Jacques Lassaigne'in kitabından önsöz, 1949)
"Nejad'ın yapıtlarının en değerli yönü renk ve ritimdeki yeni buluşlardır. Bu ressamın kendi çağının en iyilerinden biri olduğuna inanıyorum."
(Jean Bourte, Paris'te yayımlanan Art Dergisi'nden 1950)
"Realite Nouvelles" salonunda çok sayıda resim izliyoruz. Bir Nejad, bir Shneider ve bir de Hartung dışında 637 resim kendi kendini tekrarlıyor."
(Claude Roger-Marx Figaro Litteraire, 1959)
"Klee'den sonra gelen ressamların arasında Nejad kişiliğini en çok bulmuş olanlardan biridir. Cezanne'ın etkisinden kurtulmuş olarak Paris Ekolüne yeni bir yön vermiştir."
(Pierre Courthion, önsöz, 1953)
"Nejad'ın gerçek kişiliğini bulması uzun sürmedi. Renk ve harmonileri kendisinindir. Nejad, kendini yenileyerek, eserlerini yarına bırakan gerçek bir sanatçıdır."
(Pierre Descargues Lettres Françaises, 1956)
"Bir ressam doğuştan kurgucudur. Onun yaşam dolu, keskin köşeli resimlerini unutmadık. Bu kez koyu dalgalar halinde tuvale saldırıyor."
(Guy Habasque)
"Nejad'ın en büyük özelliği Nejad olmasıdır. Bu zannedildiği kadar kolay değildir. Nejad'ın resminin geometri ile bir bağlantısı yoktur. Onun resminde insana sıkıntı veren rüyalar, dehşet saçan derinlikler, uyku getiren metre karelerce renk ve şekil tekrarlarını göremezsiniz. Onun yapıtlarında "sözde son buluşlar"ı bulamazsınız. Nejad hiçbir modaya, hiçbir akıma uymaz. Kendi başına hareket eder.
İzleyici onun resimlerinde aradığı şiirsel tadı bulabilir. Zira her insan şairdir. Her insan şarhoş olmak için başka şaraplar arar. Nejad'ın şarabı sektir, ama aynı zamanda tatlıdır. Onun şarabındaki tad gündelik zevkleri, modayı okşamaz."
(Michel Seuphor, 1958)
"İlk bakışta Nejad'ın resmi size farklı gelebilir. Onun yaratıcılığını farkettiğiniz anda Nejad'ın içten, canlı ve olgunluğa erişmiş bir sanatçı olduğunu kabul etmeniz gerekir."
"Nejad'ın yapılarında yalın geometrik formlar benzerlerinden çok farklıdır. Nejad yalın formlar kullanır ama şekiller birbirine benzemeyecek kadar büyük bir çeşitlilik gösterir. Resimlerinde onun kişiliği ön planda yer alır. Yapıtları sanki aynı zincirin halkaları imiş gibi birbiriyle birleşir. Resminin temelini Fransız etkisi ile İslam geleneklerine bağlılık şeklinde özetlemek mümküdür."
(Georges Boudaille Collection Artistes de Ce temps, Paris 1963)
"Nejad'ın Çin'e yaptığı gezi yeniliklerle doludur. Bu kez Nejad Çinlilerin dünyasına dalmıştır. Peyzajlarında Buda heykelini andıran metalik gökler boyayarak resmine yenilik kazandırmıştır. Çin'den döndükten sonra izlenen yeni yapıtları ruh tazeliği, desen zenginliği ve inanılmaz bir hayal gücü ile bezenmiştir."
(Jean Bouret Le voyage en chine de Nejad, 1963)
"Dyrolle ve Stael'den sonra Nejad artık bizim için bilinmeyen bir sanatçı değildir. Galerie de Beaune'de sergilenen yapıtlarıyla ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Sanatında yeni atılımlar yapmıştır. Tablolarında eski Türk hat sanatının etkisini görebilirsiniz."
(Les Arts, Guy Marester Le Figaro, 1951)
"Polonyalı sanatseverler Nejad Devrim'i ilk kez 1960 yılında Varşova'da açtığı sergide tanıdılar. Ona hayranlık duydular. Sergi her yönden görkemliydi. Mozowsza folkloruna o zamanden beri ilgi duymaya başlamıştı."
(Maciej Gutowski, 1977)
Danimarka'da yayımlanan "Hrymfaxe Falkeligt Kunsttidsskrift" adlı sanat dergisi 4 Aralık 1983 tarihli sayısında Nejad'ın iki tablosuna ön ve arka kapaklarında yer vermiştir.
Derginin sanat eleştirmenlerinden Claus Bojeson, Milano'da 1968 yılında yayımlanan "ARTE MERCATO" adlı dergide Nejad'la ilgili eleştiriden alıntılar yaptıktan sonra Nejad'ı Doğu'dan gelen Batılı bir sanatçı olarak tanımlamış, onun sanatında gözlenen yeniliklerin uzun yıllar sanat tarihçileri tarafından tartışılacağını belirtmiştir.
Danimarkalı sanat eleştirmeni Claus Borgesen'e göre Nejad soyut resmin Avrupa'daki en önemli temsilcilerinden birisidir.
(Hrymfaxe 4 Aralık 1983)
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM:
I. Not Defterimden
II. Nejad Devrim'in Yaşam Serüveni
III. Nejad Devrim'in Ressam olarak Kişiliği
IV. Aile İlişkileri
V. Bilinmeyen Yönleri ile Nejad Devrim
İKİNCİ BÖLÜM:
I. 1983 Yılında Nejad Devrim'le Varşova'da Yaptığım İlk Söyleşi
II. 11 Ekim 1988 Günü Varşova'da Nejad Devrim'le Yaptığım Son Söyleşi
Nejad Devrim Hakkında Yabancı Basında Yayımlanmış Özetler
IV.Nejad Devrim'le Varşova'da
V.Son Nağmeler
VI.Nejad Devrim'in Mektupları
(Daver Darende'nin koleksiyonundan seçilmiş özetler)