ABİDİN DİNO, tuvale marufle kağıt üzeri guaj, 62x48 cm...
Fiyat Bilgisi için lütfen iletişime geçiniz.....
“İki karpuz bir koltuğa sığmaz” diye bir atasözümüz vardır, bilirsiniz… Atasözleri sözlüğüne baktığınızda, açıklamasının “Önemli bir işi başarmak için bütün gayretimizi ona yöneltmemiz, dikkatimizi dağıtmamamız gerekir. Bir kimse, ne kadar akıllı ve çalışkan olursa olsun, iki büyük işi aynı zamanda yapamaz” şeklinde olduğunu görürsünüz. Pek çok geleneksel toplumda olduğu gibi, bizde de atasözlerinin geçerliliği esastır. Tartışmaya açmadan doğru kabul ederiz çoğunu… Oysa yaşam, bazılarını çoktan boşa çıkarmıştır. Tarih, bir koltuğa birkaç karpuz sığdırabilmiş insanların başarı hikayeleriyle doludur. Abidin Dino da bunlardan biridir. Sanatçı, 23 Mart 1913’te İstanbul’da başlayan ve 7 Aralık 1993’te Paris’te son bulan 80 yıllık yaşamına ‘ressam’, ‘yazar’, ‘heykeltıraş’, ‘karikatürist’, ‘yönetmen’, ‘çevirmen’ ve ‘fotoğraf sanatçısı’ gibi pek çok sıfatı bir arada ve aynı anda başarıyla sığdırabilmiştir.
Kimlikteki tam adıyla ‘Celal Abidin Dino’, İstanbul’da, Nişantaşı’nda Rasih Bey ile Saffet Hanım’ın beşinci ve son çocuğu olarak dünyaya gelir. Hem baba, hem anne tarafından iki dedesinin adını taşır. Baba tarafından dedesi Abidin Paşa, Sultan Abdülhamid Dönemi’nde Kanun-i Esasi’yi hazırlayan komisyonda görev almış, çeşitli yerlerde kaymakam ve vali olarak çalıştıktan sonra, 1881 yılında Hariciye Nazırlığı’na (Dışişleri Bakanlığı) kadar yükselmiş, yedi yabancı dil bilen eğitimli ve kültürlü bir devlet adamıdır. Ancak bazı sorunlar nedeniyle nazırlıktan istifa etmek zorunda kalır ve Sultan Abdülhamid tarafından uzak bir vilayete, Adana’ya vali olarak gönderilir. Bu görevi esnasında, Rüştiye Mektebi, çarşı içindeki Saat Kulesi ve daha sonra ‘Abidin Paşa Caddesi’ adını alacak büyük caddeyi yaptırır. (Ne tesadüftür ki 1943 yılında Adana’ya ‘ikamete memur’ olarak gönderilen torun Abidin Dino da dedesinin adını taşıyan bu caddede oturacak ve çalışacak; eşi Güzin Hanım ise artık Adana Kız Lisesi olan Rüştiye Mektebi’nde öğretmenlik yapacaktır). 1886 yılında Ankara valisi olan Abidin Paşa burada da Kale içindeki Saat Kulesi’ni yaptırır. Bugünkü Abidin Paşa Mahallesi’nin adı da yine ondan mirastır. Son olarak 1895 yılında Akdeniz Adaları Valiliği’ne tayin edilir ve hayatının sonuna kadar Rodos’ta bu görevde kalır. Abidin Paşa, devlet adamlığının yanı sıra şair ve yazardır. Yazdığı Rumca şiirler İstanbul, Rodos ve Paris’te yayınlanır. Ama asıl eserleri, edebiyat ve tasavvuf hakkındaki ‘Tercüme ve Şerh-i Mesnevi’ ile eğitimini aldığı Doğu ve Batı kültürlerinin sentezini ortaya koyduğu ‘Saadet-i Dünya’dır. Abidin Dino’nun ilk adını aldığı, anne tarafından dedesi ise Bektaşi şairlerinden Celal Paşa Gaziturhan’dır. Bugün Rumelihisar tepesinde, Bebek’te Nafi Baba Tekkesi mezarlığında, Ak Bektaşi Türbesi’nde yatmaktadır. Abidin Paşa’nın mezarı ise, İstanbul’da Fatih Camisi haziresinde Gazi Osman Paşa Türbesi bitişiğindedir. Abidin Dino’nun babası Rasih Bey, Osmanlı İmparatorluğu Divan-ı Muhasebet Reisi (Sayıştay Başkanı) olarak görev yapmıştır. Ancak Rasih Bey de babası gibi sadece memur değil, aynı zamanda yazar ve çevirmendir. Moltke’nin Şark Mektupları’nı 1909 yılında çevirmiştir. ‘Üç Mektup’ ve ‘Selahiyeti Mebusana İlk Darbeyi Tecavüz’ de kendi yazdığı kitaplardır. Rasih Bey sağır olunca resmi görevlerden vazgeçmek zorunda kalır ve Paris’e yerleşir. Abidin Dino bu dönemde henüz altı aylıktır. Paris’e yerleştikten kısa bir süre sonra, I.Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine tarafsız bir bölge olan İsviçre Konfederasyonu’nun Cenevre kentine geçerler ve tüm aile 1920 yılına kadar burada yaşar. Abidin Dino’nun hayatına resim, karikatür, dans, opera, operet, sinema ve şiir de bu Cenevre yıllarında girer. Tabii bunda abisi Arif Dino’nun da payı büyüktür. Ana dili Türkçe’nin yanı sıra, evin çalışanları ve özellikle dadısı sayesinde Rumca/Yunanca, arkadaş çevresi sayesinde de Fransızca öğrenir. Çok dilli, çok yönlü ve çok boyutlu bir insan olmanın temellerini bu yıllarda atar. 1920 yılında yeniden Paris’e yerleşen aile, 1923’te Korfu’ya, daha sonra, muhtemelen 1925-1926 yıllarında da Türkiye’ye geçer. Abidin Dino’nun babası Rasih Bey, Türkiye’ye dönünce, Adana’ya giderek aileden kalan çiftliklerin başına geçer. Annesi Saffet Hanım ise çocuklarıyla birlikte İstanbul-Yeniköy’deki yalıya yerleşir. Abidin Dino, 1927 yılının sonbaharında okullar açılınca Robert Kolej’e kaydolur. Sanatçının okul yıllığındaki desenleri, ‘Fermanlı Deli Hazretleri’ piyesi davetiyesi ve broşürü için hazırladığı resimler gelecekte çizeceği yolun habercisi gibidir. Okul yıllarında karikatüre yönelir. 1927 yılının sonlarında Rasih Bey Adana’da zatürre nedeniyle vefat eder. Ailenin gelirlerini idare etme işini abisi Ahmet Dino devralır. Sanatçı, 1930 yılında da annesi Saffet Hanımı kaybeder. Aynı yıl Robert Kolej’i bırakarak öğrenim hayatına nokta koyar. Okulu bırakmasının en önemli sebeplerinden biri tamamen resim ve karikatüre yönelme arzusudur. Ancak, sanata olan tutkusunun yanı sıra arka arkaya yaşadığı bu iki büyük kaybın da okulu bırakmasında etkili olduğu düşünülebilir. Sebep ne olursa olsun, sonuçta Abidin Dino alışageldiğimiz ‘akademili’, ‘diplomalı’ sanatçılardan değildir. ‘Otodidakt’ olarak adlandırılan, ‘kendi kendini yetiştirmiş’ sanatçılarımızın en iyi örneklerindendir. Sanat eğitiminin kişiye çok şey kattığı doğrudur. Fakat bu eğitim tek başına hiçbir şey ifade etmez. Bireysel çaba ve farkındalık ile oluşturulan birikim, yeri geldiğinde, sonunda alt tarafı bir kağıt parçasından ibaret olan diplomanın verildiği örgün eğitimden çok daha önemlidir. Nitekim, Mina Urgan da ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı kitabında, Abidin Dino’yu örnek vererek buna atıf yapar. Oğlu Mustafa’yı kötü bir karne getirdiğinde teselli ederken, gerçek bilgi ve kültürün okullarla ve üniversitelerle hiçbir ilgisi bulunmadığını, tanıdığı en bilgili ve kültürlü insanlardan biri olan Abidin Dino’nun ortaokul diploması bile olmadığını anlatır. “Asıl amaç diplomalı değil, bilgili ve kültürlü olmaktır” der. Urgan, aynı kitabın başka bir bölümünde de Abidin Dino’yu anlatırken, bütün sanatçılar bir tek alanda uzmanlaşırken, onun Rönesans sanatçıları gibi, sanatın her dalına el atmasına ve başarılı olmasına vurgu yaparak, Sabahattin Eyüboğlu’nun piyanist eşi Magdi Rüfer’in “Abidin yarın öbür gün bir senfoni kompoze ederse, hiç şaşırmam” deyişini de esprili bir dille nakleder.
Abidin Dino’nun ilk karikatür ve desenleri 1930 yılında Arif Oruç ve Nizamettin Nazif’in çıkardığı ‘Yarın’ adlı gazetesinde yayınlanır. Gazetenin yazarlarından Kemal Ahmet’in aynı yıl yayınlanan ‘Sokakta Harp Var’ adlı kitabının kapağını çizen de Abidin Dino’dur. İlk yazıları da 1931 yılında, Fikret Adil’in çıkardığı Artist Dergisi’nde yayınlanır. Böylece artık iş hayatına da adımını atmıştır. Arka arkaya baba ve anneyi kaybetmesi, aile işlerini devralan Ahmet Dino’nun da iş idaresindeki savrukluğu aileden gelen geliri zora sokmuştur. O günlerde bir süredir yaşadığı Yunanistan’dan dönen abisi Arif Dino ile kader birliği yapan Abidin Dino, ‘Çok Yaşasın Ölüler’ adlı kitabında bu sıkıntılı günleri anlatırken, paşa dedesinden kalan Preveze-Yanya, Seyhan-Ceyhan arası yüzbinlerce dönümlük, çoğu otlakiye olan arazilerden bahseder. Bunların karşılığı kese kese altındır. Ancak sanatçının ifadesiyle “Keseler kalmış, altınlar gitmiş arada” durumu söz konusudur. Artık ‘paşa torunu’ değil, bir gazeteci ve karikatürcü olarak ‘emekçi Abidin’dir…
1930’lar Abidin Dino’nun sanat ve siyaseten gelişip olgunlaştığı, bu alanlarda yönünü çizmeye başladığı yıllardır. Bu dönemdeki arkadaşları Fikret Adil, Peyami Safa, Necip Fazıl, Nurullah Berk, Nizamettin Nazif, Suat Derviş, Fikret Mualla, Ferdi Tayfur ve Nazım Hikmet’tir. Özellikle Arif Dino ve Fikret Mualla ile birlikte Ayasofya Kahvesi’nde takılmaları ve Ayasofya civarında resim yapmaları meşhurdur. O yıllarda, Atatürk’ün özel onayı ile Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore tarafından Ayasofya ve Kariye araştırmaları yapılmakta, İstanbul’un fethinden sonra alçıyla kaplanan mozaikler temizlenmektedir. Whittemore ile dostluk kuran bu üçlü, onun sayesinde Bizans resim sanatıyla tanışırlar. Profesörle birlikte Ayasofya içindeki iskelelere tırmanarak mozaiklerin yeniden gün yüzüne çıkmasına tanıklık ederler. Aynı zamanda hat sanatına da büyük ilgi duyan Dino’nun Galata Mevlevihanesi’ni ve İstinye’deki Hattat Nuri Hoca’yı da sık sık ziyaret ettiği bilinir. Osmanlı hatlarının istiflerine ve kıvrımlarına hayrandır. Bu yıllarda çizmeye başladığı ve bir ömür boyu sürdüreceği meşhur ‘eller’ serisindeki parmaklarda da aynı istif ve iç içe çizgi düşüncesi ağır basar. M. Şehmus Güzel’in yazdığı ‘Abidin Dino’ adlı kitabın ilk cildinde, Abidin Dino’nun Eller serisinin başlangıcını şu biçimde anlattığı yazılır: “ (…) bir olay anımsıyorum, nasıl anlatsam? Hangi yıl olmalı, belki 1925-1928 arası. Kış kıyamet, kar fırtınası, tipi. Yeniköy’deki yalıda el resimleri çizip duruyordum. Saat kaçtı bilemiyorum. Peş peşe, elleri kocaman, bir takım yaratıklar beliriyor kağıtların üstünde. Çizdikçe saatler geçtikçe, bir çeşit esirlik alıyor beni. Uzun sürüyor. Derken- ama ne zaman, nasıl bilemiyorum- önü alınamaz bir çeşit sıkıntı, boğuntu doluyor içime. Çizdiklerim bir tuhaf, zıvanadan çıkmış şeyler ve birden bire farkına varıyorum ki, çizdiğimi sandığım o kocaman elli adamlar artık kendi ellerini çiziyorlar, bensiz. Elim- ki benim değildi artık- o acayip biçimlere tutsak. Dışarıdan bakıyorum olana bitene, ikileşmişim, el çiziyor, kendine buyruk, durduramıyorum. Birkaç kez bağırmışım. Suphi eniştem (Leyla ablanın eşi, Rasih Nuri İleri’nin babası) üst kattan duymuş, yetişmiş, zor bela kendime gelebilmişim. Neden mi anlatıyorum bu olayı? Çizme eyleminin pek de öyle tehlikesiz olmayacağını anlatmak için. (…) Yenilmek de var bu kapışmada. Ben canımı ucuz kurtarmış sayılabilirdim. Artık korkmuyordum, baş dönmelerini aşmış, eller yerine parmakları tutturmuştum, hiçbir öğreti ya da akıma bağlanmaksızın, saat zemberekleri ile uğraşan bir saat onarıcısı kadar dikkatli, bütün gün çiziyordum. Ama Arif’in acayip bir bitkiye bakarcasına resimlerime ilgi göstermesi bana yetiyordu. Başkaları da hoşlanmıştı bu çizgilerden. Çok sevdiğim hat istiflerinden bir şeyler öğrenmiş olabilir miydim? Belki evet”. Sanatçının o yıllarda sıklıkla gittiği bir diğer mekan ise Tophane ve çevresinde yer alan esrarkeş tekkeleridir. ‘Halkın hayal sahnesinin bir uzantısı’ olarak tanımladığı bu mekanlarda Abidin Dino bol bol resim çizer. O günlerde yazdığı ve daha sonra ‘Yeditepe Öyküleri’ adıyla yayınlanan öykülerinde bu tekkelerin izleri görülebilir. O yıllarda daha ziyade gazeteci ve çizer yönüyle bilinen Abidin Dino, Nazım Hikmet’in ‘Sesini Kaybeden Şehir’ (1931) ve ‘Bir Ölü Evi’ (1932) adlı kitaplarının da kapak resimlerini çizer.
1933 yılında, Cemal Tollu, Elif Naci, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer ve Zühtü Müridoğlu ile birlikte D Grubu’nu kuran Abidin Dino, grubun akademili olmayan tek üyesidir. Abidin Dino o günleri anlatırken, diğerlerinin akademi arkadaşı olmasının dışında, mezun olduktan sonra Paris’te Andre Lhote (1885-1962) ya da Ferdinand Leger’in (1881-1955) atölyesinde de öğrenim gördüğüne vurgu yaptıktan sonra, kendi üslubu ve ilham kaynakları hakkında da bilgi verir: “Bir tek ben biraz dışarıdan gibiydim. Biraz da değil, tamamen: Çünkü ne akademik bir eğitim almıştım, ne de adı geçen ünlü ressamların atölyelerine uğramıştım. Dahası Kübizm ve/veya Kübizm sonrası akımlara da pek fazla yakınlık duymuyordum. Benim ‘okullarım’ minyatürler, Bizans sanatı, hat sanatı ve hakkını yemeden teslim etmek gerekirse, elbette halkın rüya/düş/hayal dünyasının uzantılarının mekanı olarak esrarkeş tekkelerinde gördüklerimdi. Bütün bunlardan garip bir karışım çıkarıyordum. Aslında kendim de ne yaptığımın pek farkında değildim. Bütün bu kaynaklardan aldıklarımı nasıl bir potada eritip birleştirebildim? Doğrusunu isterseniz ben de bilmiyorum nasıl olduğunu. Bu, çocukluğumdan beri birçok dil sahibi olmaktan geliyor sanırım. Bu defa sadece konuşma dilinde değil, resim yapmak dilinde de çokluk veya çokluluk”. D Grubu ilk sergisini 1933 yılında, Beyoğlu’nda Narmanlı Han’da yer alan Mimoza Şapka Mağazası’nda açar. Abidin Dino bu sergide, Esrarkeş Tekkeleri ve Eller/Parmaklar dizisinden desenler sergiler. Grubun ikinci ve üçüncü sergilerine de katılır.
1933 yılı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun da 10.yıldönümüdür. Bu yıldönümü kutlamaları vesilesiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin en ünlü yönetmeni Sergey Yosipoviç Yutkeviç Türkiye’ye davet edilir. Bu olay, Abidin Dino’nun sanat hayatında yeni bir yol açması bakımından önemlidir. “Türkiye’nin Kalbi: Ankara” adlı filmi çekmek için görevlendirilen Yutkeviç, resim sanatına olan ilgisi sayesinde Abidin Dino ile de tanışır ve desenlerini çok beğenir. Sanatçıya “Sen sinema ile uğraşmalısın. Çünkü sende hareket duygusu var” diyerek kendisiyle çalışmak üzere ülkesine davet eder. SSCB’ye döndükten sonra, Lenfilm Stüdyoları aracılığıyla resmi davet mektubu yollayarak dekoratör olarak çalışması için Dino’yu çağırır. 1934 yılının Eylül ayında SSCB’ye giden Abidin Dino, 1937 yılına kadar burada kalır. Yutkeviç’in yönettiği ‘Madenciler’ filminin setinde çalışır. 1937’de 2. Dünya Savaşı öncesinde gerilen siyasi ortam ve SSCB’nin tüm yabancı öğrencileri geri göndermeye başlaması nedeniyle Leningrad’dan ayrılmak zorunda kalır. Buradan önce Londra’ya, sonra da Paris’e giden Dino, Paris’te bir yıl kalır. Picasso, Gertrude Stein, Tristan Tzara, Jean Cocteau, Paul Robeson gibi pek çok sanatçıyla bağlantı kurar. Bir nevi göçebe hayatı yaşadığı bu dönemde, Paris’in en ucuz otellerinde kalır. Arada bir yaptığı desenleri, tabloları satarak ayakta kalmaya çalışır. Geçimini sağlamak için, SSCB’deki gibi Paris’te de sinema ve tiyatroda da çalışır, dekor yapar. 1938 yılının Haziran ayında Türkiye’ye döner. İstanbul’a dönüşünden üç ay sonra askere çağırılır. Ancak SSCB’deki günlerinden beri akciğerleri ile ilgili bazı sorunlar yaşamaktadır ve yapılan muayenede ciğerlerde hassasiyet ile verem başlangıcı çıkınca askerlikten muaf tutulur.
Abidin Dino, ülkesine geri döndüğünde sanat ortamıyla sıkı bir ilişki içine girer. Yeni Ses, Ses, Yeni Edebiyat gibi dergilerde yazıları, karikatürleri ve resimleri yayımlanır ve Nazım Hikmet’in “Güneşe Doğru” filminin dekorlarını hazırlar. 1938 yılı, Dino’nun ünlü çiçek resimlerine de başladığı yıldır. İlk çiçek denemelerine geleneksel Türk çiçeklerinden etkilenerek başlar. Topkapı Sarayı gibi bazı Osmanlı yapılarının ahşap işlemelerinde ya da mermer çeşmelerde gördüğü çiçek motiflerinden esinlenir. O dönem İstanbul’daki en önemli ahşap araba süsleyicisi Tatar Usta ile dost olduktan sonra, onun halk karakteri taşıyan çiçeklerinden de etkilenir. Bu iki etkileşimle uzun boyunlu vazolardan fışkıran çok renkli çiçekler yapmaya başlar.
1939 yılında, New York’ta düzenlenecek Dünya Sergisi için hazırlanacak Türk Pavyonunun sanat danışmanlığı ve dekorasyonu işi Abidin Dino’ya verilir. Hazırlıklar İstanbul’da Mısır Han ve Mısır Apartmanı’nda yapılır. Sergi hazırlıkları için mimar Sedad Hakkı Eldem ile Vedat Nedim Tör de görevlidir. Sergi için biri çağdaş, diğeri geleneksel anlayışta olmak üzere iki pavyon hazırlanır. Çağdaş olan pavyonu Avusturyalı bir mimar ile heykeltıraş Zühtü Müridoğlu hazırlar. Zühtü Müridoğlu bu pavyon için iki dünyayı birbirine bağlayan bir heykel yapar, pavyonda simgesel iki yokuş üzerinde Türklerin Asya-Avrupa’ya tarihsel katkıları sergilenir, üst katında da çağdaş Türkiye fotoğrafları yer alır. Geleneksel bir köşk şeklinde tasarlanan diğer pavyonu ise Sedad Hakkı Eldem hazırlar. İçinde 18.yüzyıla özgü bir Türk kahvehanesi yer alan bu pavyonun ahşap süslemelerini Dino’nun yakın arkadaşı olan Tatar Usta yapar. (Bu işi Tatar Usta’ya yaptırdığı duyulan Abidin Dino derhal Ankara’ya çağırılarak dönemin Sanayi Bakanı tarafından ‘bir arabacı parçasının boyalı herzeleri ile memleketi Amerikalarda rezil edeceği için’ azarlanır. Ama Abidin Dino, bakanı bir şekilde ikna eder ve Amerika’da hayranlık uyandıracak o nakışları Tatar Usta’ya yaptırmayı başarır). Bu geleneksel pavyonun içindeki nişlerde de Fikret Mualla’nın yaptığı 30 civarı İstanbul peyzajı yer alır. Her iki pavyon da New York’a gidip ülkeyi başarıyla temsil eder, ancak maalesef Abidin Dino gidemez. Rasih Nuri İleri, Dino’nun son dakikada Vedat Nedim Tör ile Sedad Hakkı Eldem tarafından ‘askerliğini yapmadığı’ gerekçesiyle atlatılarak New York’a götürülmediğini anlatır. Oysa sağlık sorunları nedeniyle zaten askerlikten muaftır. Sanatçı bu konu hakkında pek konuşmadığı için detaylar muallaktadır ve her zamanki sakin yapısıyla olayın üzerinde durmayarak meseleyi kendince kapatmıştır.
Bu olaydan sonra, bir süre edebiyata ağırlık veren Dino, S.E.S (Sanat-Edebiyat-Sosyoloji) Dergisi’nde yazılar yazar. Dergi için çok sayıda karikatür de çizer. Yusuf Ahıskalı’nın idaresindeki derginin kadrosunda Suphi Nuri İleri, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir, Suat Derviş, Fahri Celalettin, Asaf Halet Çelebi, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İlhan Berk, Hüseyin Avni Şanda, Nail V., Arif Dino ve Fikret Mualla vardır. Dergi, Fikret Mualla’nın ‘Üç Çıplak’ resmi ve Nazım Hikmet’in takma adla yazdığı bir şiir nedeniyle kovuşturmaya uğrar ve Abidin Dino sürekli ifadeye çağrılır. Beş sayı sonra da maddi sıkıntılar nedeniyle yayına ara verirler. 7 Haziran 1939 tarihinde aylık olarak yeniden çıkmaya başlar. İkinci sayısında kapakta yer Abidin Dino’nun çizdiği ‘sıkılmış sağ yumruk’ resmi nedeniyle İçişleri Bakanlığı dergiyi yasaklar. Yeni Ses adıyla devam ederler. Bu dergi de kapanınca bir süre farklı isimlerde dergiler çıkarıp sonunda Servet-i Fünun Dergisi’ni devralırlar. Bu dergi faaliyetleri Abidin Dino’nun sürgüne gönderildiği 1942 yılına kadar devam eder.
1938 yılında, CHP ve Halkevleri önderliğinde, sanatçıların ülkenin gerçek yaşamına eğilmelerini sağlamak amacıyla ‘Yurt Gezileri’ programı başlatılır. 1938-1943 yılları arasında ülkenin farklı şehirlerine gönderilen ressamlar, bulundukları ilin kültürünü yansıtan tablolar yaparlar. Sanatçıların bir buçuk ay süren gezi bitiminde en az altı eser hazırlaması zorunluluğu vardır. 1939 yılındaki ikinci yurt gezisine katılan Abidin Dino, Balıkesir ve Edremit’e gider. Bu civardaki köylerden esinlenerek yaptığı 30 kadar tablo, önce Balıkesir’de sergilenir. Sanatçının meşhur ‘Balıkesir Testisi’ dizisi ve İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle yaptığı ‘Sulh’ ile ‘Harp’ adlı yapıtları bu dönemin eserleri arasındadır. Yurt gezisine katılan on ressamın eserleri 31 Ekim 1939’da da Ankara’da sanatseverlerin beğenisine sunulur. Bu sergide Abidin Dino’nun 9 adet tablosu vardır. Aynı tablolar, Halkevleri’nin 10.kuruluş yıldönümü sebebiyle 1942 yılında Ankara Sergievi’nde açılan ve 1938-1939-1941-1941 yıllarındaki yurt gezilerine katılan tüm ressamların yapıtlarını içeren kapsamlı sergide de yer alır.
1940 yılı, Abidin Dino’nun Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı senedir. Sanatçının parti ile bağları 1962 yılındaki Leipzig Konferansı ile kopacak olsa da, siyasi görüşleri hep aynı doğrultuda olacaktır. Bir ömür sürecek olan bu siyasi çizgisinin etkileri, sanatına da yansımıştır. Sanatı halka ulaştırmak; yerel, özgün ve halktan alınmış öğeleri toplumcu bir bakış açısıyla eserlerine yansıtmak ideali onu aynı yıl kurulan Yeniler (Liman) Grubu’na yöneltir. Yeniler Grubunun diğer üyeleri, Kemal Sönmezler, Haşmet Akal, Turgut Atalay, Nuri İyem, Nejad Melih Devrim, Faruk Morel, Agop Arad, Selim Turan, Avni Arbaş ve Mümtaz Yener’dir. Yeniler Grubu, ‘Liman’ adlı ilk sergisini Gazeteciler Cemiyeti’nin Beyoğlu’ndaki lokalinde açar. Sergi alanının girişine bir balıkçı ağı gerilir. Serginin açılışını ise, Abidin Dino ve arkadaşlarının limanda aralarına karışarak resmettikleri ‘modelleri’, yani balıkçılar yapar. Hem de ellerinde balıkçı bıçakları, sırtlarında sarı muşamba yağmurlukları ve çamurlu lastik çizmeleriyle…Bu açılış oldukça ses getirir. Grup, açılışı İstanbul valisi gibi önemli devlet adamları yerine, balıkçılara yaptırdığı için eleştirilir. Sanatın toplum sorunlarına eğilmesinin önemini ön planda tutan ve emekçilerin-halkın hayatını acısıyla tatlısıyla yansıtmasını amaçlayan Yeniler Grubu, bu eleştirilerin dışında dönemin pek çok yazar ve düşünüründen büyük destek de görür. Ancak, başlangıç amaçlarından kısa bir süre sonra saptıkları için kalıcı bir sonuç elde edemezler. Abidin Dino da grupta uzun süre barınamaz. Polis baskısı ve Liman sergisinde sanatçının ön plana çıkmasının yarattığı kıskançlık, grup arkadaşlarının kendisini gruptan atmasına neden olur.
Sanatçıyla ilgili bu döneme ait ilginç bir başka anekdot ise Anıtkabir ile ilgilidir. Anıtkabir’in inşasında yabancı mimarların görev alıp almaması konusu hem halk, hem de sanatçılar arasında tartışma konusudur. Anıtkabir’in yerli sanatçılar tarafından yapılması gerektiğini savunanlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek’tir ve bu görev için önerdiği sanatçılardan biri de Abidin Dino’dur. Böylece Abidin Dino, Anıtkabir için yapılan ilk projelerden birini çizer. Bu, dev bir Hitit aslanı şeklinde tasarlanmış bir mezar yapısıdır. Sanatçının ilham kaynağı 1930 yılında Paris’te çıkan ‘Revue Hittite et Asianique’ adlı, dönemin en önemli bilim insanlarının makalelerinin yer aldığı dergidir. Dergide Anadolu’nun en önemli uygarlıklarından biri olan Hititler ile ilgili bilimsel çalışmaların Atatürk’ün himayesinde yapıldığı belirtilmektedir. Bu toprakların vazgeçilmezi olan Anadolu uygarlıklarının araştırılmasına ve gün yüzüne çıkarılmasına büyük önem veren Atatürk’ün ebedi istirahatgahının yine Anadolu uygarlıklarının bir simgesi şeklinde yapılması çok güzel bir düşüncedir, ama proje kağıt üzerinde kalır. Tunç Boran, ‘Anıtkabir’in İnşası’ kitabında, Abidin Dino’nun Hitit Aslanı şeklinde çizdiği Anıtkabir resminin, konunun gündeme geldiği 1939 yılında Ses dergisinin kapağında yayınlandığı bilgisini verir. Mimarlığını Emin Onat ve Orhan Arda’nın yaptığı Anıtkabir’e bir ağaçlı yoldan geçilerek ulaşılması düşünülür. Uzun bir yol olan bu girişe, ritim kazandırmak amacıyla sağda ve solda on iki çıkıntı yapılır. Fakat çıkıntıların estetik görülmediği anlaşılınca Abidin Dino’nun düşüncesi akla gelir. Anıtkabir’i ziyaret edenlerin giriş yolunda aralarından geçtiği 24 aslan heykeli Hüseyin Anka Özkan tarafından, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki ‘Maraş Aslanı’ndan esinlenerek yapılmıştır. Böylelikle, Abidin Dino’nun önerdiği Hitit Aslanı, Anıtkabir’in kendisinde olmasa da, giriş yolunda ziyaretçileri selamlar. Herkesin bilmediği bu ilginç anekdot, Sunay Akın’ın ‘Görçek’ adlı gösterisinde de anlatılmaktadır.
Bu yıllarda Avrupa II. Dünya Savaşı ve Nazi illeti ile boğuşmaktadır. Türkiye her ne kadar savaşa fiilen girmese de, savaş ortamının baskısı ülkede hissedilmektedir. 1940 yılında, önce Mussolini, daha sonra da Hitler Yunanistan’a saldırır. Nazi belasının Trakya’nın dibine kadar gelmesi nedeniyle Trakya illerinde sıkıyönetim ilan edilir. İstanbul ve çevresinde pasif koruma ve geceleri karartma uygulaması başlatılır. 1941 yılından itibaren hem yazılarında, hem de resimlerinde siyasi konulara ağırlık veren Abidin Dino ise, II. Dünya Savaşı’ndan esinlendiği ‘Gerilla desenleri’ dizisini bu yıllarda yapar. Bu seride Rusya’yı işgal eden Nazi ordusuna karşı ülkelerini savunan direnişçileri resmeder. Bu desenleri o günün koşullarında Türkiye’de sergilemenin zor olduğunu düşünerek resimleri Amerikalı arkeolog Whittemore ile yurtdışına göndermek ister. Ama Whittemore son anda eserleri götürmekten vazgeçerek Fahrelnissa Zeid’e bırakır. Uzun yıllar ortadan kaybolan ‘Gerilla desenleri’ bir aile apartmanının tavan arasında bulunur, fakat Abidin Dino resimlerin sergilenmesini erteler. Rasih Nuri İleri’nin ifadesiyle Fahrelnissa Zeid’in “tavan arasında farelerin kemirici eleştirisine terk ettiği” eserler, yapılışından yaklaşık 64 yıl sonra, 2005 yılında Galeri Nev’de (Ankara) açılan bir sergiyle sanat severler ile buluşabilir. Abidin Dino, 1940’larda dergilerde yayınladığı yazılarında da siyasi görüşü doğrultusunda lafını esirgemez. Böylece, 1942 yılında dönemin iktidarının adı komüniste çıkmış bütün şair, yazar ve sanatçıları İstanbul’dan uzaklaştırmak için uygulamaya başladığı kibarca ‘ikamete memur’, esasen de ‘sürgün’ olan yaptırımdan kendisi de nasibini alır. Toplumun aydın kesiminin sürgün adı altında zapturapta alındığı bu furyada Abidin Dino’ya önce Mecitözü/Çorum, sonra da Adana yolu gözükür.
Mecitözü, Osmanlı Dönemi’nden beri devletin sürgün yeri olarak kullandığı bir yerleşimdir. Özellikle II. Abdülhamid devrinin ‘seçkin’ sürgünlerinin gönderildiği yer… Abidin Dino’yu burada Aleviler karşılar. ‘Sürgün ağa’ diye hitap ettikleri sanatçıya büyük konukseverlik gösterirler. Dino, Aleviler ile yaylaya çıkar, Mecitözü’nün birkaç kilometre uzağındaki antik havuza yüzmeye gider, köyleri dolaşır, ‘ikramdaş’ olarak Kahveci Şükrü’nün enfes boğma rakısından tadar. Tabii bu arada boş durmayarak bol bol gözlem yapar. Bu sürgün yılları Dino’nun Anadolu gerçeği ile ilk kez yüz yüze geldiği yıllardır. ‘Irgatlar’ ve ‘Göç’ dizisi desenleri bu yılların ürünüdür. Çorum’da, Mecitözü’nde, Dağsaray’da ve pek çok Orta Anadolu köyünde gördüğü köylüler, ırgatlar, çocuklar, kadınlar en doğal halleriyle sanatçının desenlerinde ölümsüzleşir. Kısa bir süre sonra da Adana’ya gönderilir. Buraya abisi Arif Dino ile birlikte ‘ikamete memur’ olarak gönderilmesi iki kardeş için büyük avantajdır. Bir süre sonra Güzin Dikel de yanlarına gelir ve Abidin Dino ile evlenirler. Adana sürgünü, Abidin Dino’nun “Bir tür Anadolu Far West’i yaşıyorduk” diye tanımladığı yıllardır. Adana halkı bu yıllarda sıtmadan kırılmaktadır. Abidin Dino burada gördüğü sıtmalı, yoksul köylüleri çizmeye başlar. Türk köylüsü daha önce de resim sanatımıza yansımıştır. Ancak olabildiğince dekoratif ve gerçeklikten uzak bir biçimde tabii. Dino’nun çizimleri bu açıdan farklıdır; tertemiz ve yemyeşil köyler, yanaklarından kan damlayan sağlıklı, gürbüz köylüler ve çocuklar yoktur, söz konusu olan, tüm çıplaklığı ile birebir Anadolu gerçeğidir. Sanatçının ilk kitabı olan ‘Kel’ adlı piyes de bu yılların ürünüdür. 1944 yılında yayınlandıktan kısa süre sonra toplatılır. Daha sonra ‘Verese’ adlı bir piyes daha yazar. Bunu ise sağlığında bastırmak hiç nasip olmaz. Her iki oyun da, yazıldıktan uzun yıllar sonra, 1996 yılında Adam Yayınları tarafından basılabilir. Abidin Dino, Adana’da geçimini sağlamak için Türk Sözü adlı yerel bir gazetede çalışır. Resmi makamlara göre gazetenin gece sekreteridir. Ama temizlikten çay servisine, yazı işlerinden çevirmenliğe kadar gazetenin her işini bizzat yapar. Yazılarını genelde imzasız veya takma isimle yayınlar. En çok kullandığı takma isim ise ‘Sarı çizmeli’dir. Sanatçının ilk heykel çalışmaları da Adana yıllarına denk gelir. Bu yıllarda sık sık uğradığı Adana Müzesi heykel konusunda sanatçının en önemli ilham kaynağıdır. Müzedeki bütün eserleri incelemesinin yanı sıra, müze müdürü dostu Naci Kum da, depoda ya da kasalarda saklanan heykel parçalarını kendisine göstererek Dino’nun heykel konusundaki ilhamını arttırır. İlk heykeli, pişmiş topraktan yapılmış yaşlı bir erkek büstüdür. Müzeden aldığı ilham o kadar belirgindir ki Ferit Edgü yıllar sonra bu küçük büstü ilk eline aldığında Anadolu’nun Neolitik Çağı’na ait bir eser sandığını ifade eder. Adana’da kil ile yaptığı ilk heykel denemelerini kurutup sırladıktan sonra, evindeki sac sobada pişiren Abidin Dino, gazetedeki yoğunluğu nedeniyle bu işe fazla zaman ayıramaz. İlerleyen yıllarda da, seramik çalışmaları sayılmazsa, pek az heykel üretir.
Abidin Dino, 1945 yılında, ciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle muaf olmasına rağmen askere alınır ve Kayseri’ye götürülür. Asker olarak geçirdiği dokuz aylık süre sanatçı açısından kabus gibidir ve ilerleyen yıllarda konu ne zaman askerlikten açılsa, hayatının o dönemini asla hatırlamak istemediğini vurgular. Rutin askerlik hizmetinin zaten var olan ağır koşullarının yanı sıra, bir nevi ‘sakıncalı piyade’ sayıldığı için çektirilen eziyetler nedeniyle bu dönemde Abidin Dino’nun sağlığı iyice bozulur. Ancak sanatçı, bu dönemden de sanatına bir şeyler katmayı başarır. Orta Anadolu’nun uçsuz bucaksız bozkırı, bu bozkırın ortasında birden beliriveren görkemli Erciyes Dağı onun resimlerinde ayrı bir anlam kazanır. Mimar Sinan’ın yetiştiği Ağırnas Köyü de Dino’nun askerlik yaptığı yere çok yakındır ve sanatçı bu köyü ziyaret ederek ‘taş şairleri’ dediği ustalarla vakit geçirme fırsatı yakalamıştır. Abidin Dino’nun Mimar Sinan’a ilgisi askerlik yıllarından sonra da devam etmiştir ve ünlü mimarın hayal-gerçek karışımı biyografisini yıllar sonra ‘Sinan’ adıyla kitaba dönüştürmüştür.
Abidin Dino, askerliğin bitiminde Ankara’ya, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne doçent olarak atanmış olan eşi Güzin Dino’nun yanına gelir. 1947 yılının sonunda sıkıyönetim kaldırılınca ailesini ziyaret için İstanbul’a giden Abidin Dino, burada ayağının tozuyla (!) göz altına alınarak Sansaryan Han’a götürülür. Ankara’ya dönmesi koşuluyla serbest bırakıldıktan sonra, Güzin Dino ile birlikte sivil polis nezaretinde trenle Ankara’ya döner. Ankara’da da sürgün ve tutsak yaşamı devam eder. Her gün karakola gidip imza atmak zorundadır ve evinin çevresinde sürekli sivil polisler dolaşmaktadır. Ayrıca, Ankara’da geçirdiği bu iki yıl çeşitli hastalıklar ve ameliyatlar ile geçer. Böbreklerinden ameliyat geçiren sanatçı, ameliyat yarasının bir türlü kapanmaması ve enfeksiyon kapması nedeniyle uzun süre yataktan kalkamaz. Yine de bu süre zarfında bile desen çizmekten ve bazı dergilere imzalı-imzasız yazılar göndermekten geri kalmaz. Sağlık açısından kendisini biraz toparladıktan sonra, Adana’dayken çizdiği ‘Köylüler’ serisini, 1948/1949 yıllarında Ankara’da sergiler. Bu, sanatçının ilk kişisel sergisidir ve büyük ses getirir. Yine aynı yıllarda, Ulus’ta, Posta Caddesi’nde, yakın dostu mimar Selçuk Milar’ın yaptığı Cündoğlu Hanı’nın içerisindeki Zeybek konulu freskleri yapar. 1949 yılında, Örfi İdare kalktığı için İstanbul’a dönme izni alsa da, 1949, 1950 ve 1951 yıllarında sadece yaz aylarında tatil için İstanbul’a gidebilir.
Ancak Örfi İdare’nin kaldırılışı, ülkede yaşayan aydınların nefes almasına yetecek bir gelişme değildir. 1948 yılından itibaren kurulan Komünizm İle Mücadele Dernekleri, arka arkaya yapılan gözaltılar, aydınların-sanatçıların peşine takılan ‘taharri memurları’ (sivil polis) dönemin günlük yaşantısının özeti haline gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika’da başlayan komünist avı, pek çok ülke ile birlikte Türkiye’ye de sıçramıştır. Bu yıllarda Abidin Dino’yu çok sarsan ve yakın gelecekte yurtdışına gitme kararı almasına katkıda bulunan en önemli olaylardan biri ise, yakın arkadaşı Sabahattin Ali’nin öldürülmesidir. Türkiye’nin o günlerdeki en iyi ve ünlü yazarlarından biri olan Sabahattin Ali’nin yurtdışına çıkmak isterken öldürülmesi, olayın üstünkörü bir yargılama süreciyle örtbas edilmesi, katilinin göstermelik bir ceza alışı ve basının yaptığı taraflı yayınlar, sadece Abidin Dino’da değil, dönemin pek çok aydınında da can güvenliği korkusu ve bir an önce ülkeden ayrılma isteği yaratır. Öte yandan, pek çok yazar, sanatçı, aydın vb hapistedir. Üniversitelerde öğretim üyeleri görüşleri nedeniyle yargılanmakta veya üniversiteden atılmaktadır. Ünlü ‘1951 Tevkifatı’ ile çok sayıda kişi komünist olduğu gerekçesiyle göz altına alınmış ve tutuklanmıştır. Bu tevkifat furyasında Abidin Dino da, sadece birkaç saatliğine de olsa, göz altına alınanlar arasındadır. Uzun uğraşlar sonucunda, 1950 yılında özgürlüğüne kavuşan Nazım Hikmet ise, hala sivil polis takibindedir ve muaf olduğu halde askere çağrılarak özgürlüğü yeniden kısıtlanmak istenmektedir. Özgürce yaşamak, düşünmek ve düşündüklerini eserlerine yine özgürce yansıtabilmek isteyen Abidin Dino, Türkiye’de bunun mümkün olamayacağını gördüğü için ülkeden ayrılma kararını kesinleştirir. Pasaportunu alabilmek için uzun süre uğraşır. Bu süre içerisinde, 1950 yazında, Nazım Hikmet’in yazdığı Kuvay-ı Milliye Destanı için ‘Kuvay-i Milliye İnsanları’ adını verdiği on sekiz adet desen çizer. Türkiye’den ayrılmadan önce yaptığı son işlerden bir diğeri ise maalesef bir mezar projesidir. 1950 yılının kasım ayında Ankara’da bir çukura düşerek başından yaralanan ve İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra beyin kanaması geçirerek genç yaşta vefat eden yakın dostu Orhan Veli’nin Aşiyan Mezarlığı’ndaki mezarının tasarımını yapar. Maliyeti Sabahattin Eyüboğlu tarafından başlatılan kampanyada toplanan para ile karşılanan bu mezarın inşaasını mimar Nevzat Kemal gerçekleştirir, şairin mezar taşını ise hattat Emin Barın yazar. (Bu mezar, 2016 yılındaki tadilat/yenileme çalışmaları sırasında maalesef aslına uymayacak şekilde yeniden düzenlenerek özelliğini yitirmiştir).
Yine Türkiye’den ayrılmadan önce yaptığı son işlerden biri olan doksan parça seramik ise yurtdışına çıkışından sonra başına bela olacaktır. Bu seramiklerin hikayesi bir Aziz Nesin öyküsüne konu olabilecek kadar trajikomiktir. O günlerden Demokrat Parti milletvekili olan hukukçu-yazar Zeyyad Ebüzziya (seramik sanatçısı Alev Ebüzziya’nın babası) Güzin Dino’nun aile dostlarındandır ve Abidin Dino’yu Ankara’daki Seramik Enstitüsü’ne götürerek seramik alanına yenilik getirebilecek bazı çalışmalar yapmasını ister. Abidin Dino eski Anadolu uygarlıkları ve halk sanatından esinlenerek çağdaş bir yorum ve renk anlayışıyla doksan civarı eser üretir. Ancak, sanatçının Türkiye’den ayrılışından sonra, bu seramikler komünizm propagandası olarak görülür ve polis tutuklayacak kimseyi bulamayınca bu seramiklere el koyar. Abidin Dino’nun bütün eserlerinde var olan o meşhur imzası, bu seramiklerde nedense orak-çekice benzetilmiş ve bir komünizm propagandasının söz konusu olduğu sonucuna varılmıştır. Yargı sürecinin sonunda seramikler takipsizliğe uğrar, fakat asla sanatçıya geri verilmez. Bu zorlu yargılama sürecinde Ankara’da kalmış olan Güzin Dino çok yıpratılır. Dahası, sanatçı yıllar sonra ilk kez Türkiye’ye geldiğinde havaalanında tutuklanarak polis tarafından bir-iki gece misafir edilir ve sorgu konusu yine bu seramikler olur.
Abidin Dino, 1950 yılında pasaportunu almasına rağmen, yurtdışında ancak 1952 yılının şubat ayında çıkabilir. Bu gecikmenin nedeni, verildikten kısa bir süre sonra ‘eksik belge var’ gerekçesiyle pasaportuna el konulması ve geri alabilmek için aylarca uğraşmasıdır. Bu durum, sanatçının yurtdışına temelli gitme isteğini pekiştirir. Pasaportunu aldıktan sonra ilk durağı İtalya’dır. Roma’da dokuz ay kadar kalır. Bu dönemde Galeria Della Zodiaco’da ve Roma Modern Sanat Müzesi’nde birer karma sergiye eser veren sanatçı, 20 Mayıs 1952’de açılan XXVI. Espozione Biennale Internazionale d’Arte Venezia’ya da (Uluslararası Venedik Sanat Bienali) katılır. 1952 yılının Ekim/Kasım aylarında Roma’dan ayrılarak Paris’e geçer. Paris, Dino’nun ömrünün sonuna dek sürecek Avrupa macerasında son duraktır. Sanatçı, artık Paris’te yaşayacak, üretecek, büyük bir üne kavuşacak ve ömrünü 1993 yılının Aralık ayında bu kentte tamamlayacaktır.
Abidin Dino, Paris’te ilk olarak Yeniler Grubu’ndan da tanıdığı Avni Arbaş’ı bulur. Fikret Mualla, Mübin Orhon, Albert Bitran, Fahrelnissa Zeid ve oğlu Nejat Melih Devrim, Hakkı Anlı gibi Türk sanatçı dostlarının yanı sıra, 1930’lu yıllardaki Paris serüveninde tanıştığı Picasso ve Tzara ile SSCB’de tanıştığı film yönetmeni Jean Lods’la da yakınlık kurar. Roma’da olduğu dönemde, güncel soyut sanat eğilimleriyle tanışan Dino, Paris’te 1952-54 yılları arasında bu doğrultuda inceleme ve çalışmalara devam eder. Ancak, sonunda kendisi için en iyi ifade şeklinin figür olduğuna karar verir. 1953 yazında, Picasso’nun daveti üzerine, onun seramik çalışmalarına yardım etmek için Güney Fransa’daki Madura Atölyesi’ne giden sanatçı, 1953-1955 yılları arasında her yaz Picasso, Chagall ve Eduard Pignon ile çalışma imkanı bulur. Bu atölyede ürettiği tablo ve seramiklerin maalesef çok az bir kısmı günümüze ulaşmıştır.
1954 yılında, eşi Güzin Dino da temelli olarak Paris’e gelir. 1940’lı yıllarda Adana’da sürgünde olan Abidin Dino’nun yanına gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki öğretim üyeliğinden ayrılan Güzin Dino, bu kez de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki doçentlik görevinden vazgeçmiştir. Yani, sevdiği adam uğruna ikinci kez akademik kariyerini hiçe saymıştır. Her ne kadar yazımızın ana karakteri Abidin Dino olsa da, eşi Güzin Hanım hem bu özverili tavrı, hem de Paris yıllarında sıfırdan başladığı yeni akademik yaşamıyla, hakkında ayrıca birkaç cümle yazılmasını hak eden önemli bir figürdür. Paris’te yeniden doktoraya başlayan ve 1968 yılında INALCO’da (Institut National des Langues et Civilisation Orientales) Türk Dili ve Edebiyatı derslerini vermek üzere sözleşmeli öğretim üyeliğine atanan Güzin Dino, ertesi sene ‘Türk Romanının Doğuşu’ konulu doktora tezini hazırlar. Öğretim üyeliği görevini 1979 yılına kadar sürdürür. Mahmut Makal, Yaşar Kemal, Oktay Rıfat ve Nazım Hikmet gibi önemli yazar ve şairlerin eserlerini Fransızca’ya çevirir. Dergilere Türk edebiyatıyla ilgili makaleler yazmasının yanı sıra pek çok ansiklopedi için de aynı konuyla ilgili maddeleri hazırlar. Kısacası, her başarılı erkeğin sadece arkasında değil, yanında da olabilen başarılı kadın figürüdür. Güzin Dino’nu gelişi ve düzenli bir yaşama kavuşmasıyla Abidin Dino da daha rahat çalışmaya ve üretmeye başlar. Sanatçı, Paris’te ilk kişisel sergisini 1955 yılında La Librairie Galerie Kleber’de açar. Bu sergide, Türkiye’deki son zamanlarında yaşadığı 1951 Tevkifatı sırasında tanık olduğu ve yurtdışına çıktıktan sonra da yakın çevresinden dinlemeye devam ettiği işkencelerden etkilenerek yaptığı ‘İşkenceler’ serisi ile II.Dünya Savaşı yıllarının esin kaynağı olduğu ‘Atom Korkusu’ (ya da Atom Bombası) konulu eserleri yer alır. Tüm eserlerin satıldığı ve bir eserin Fransa Devlet Koleksiyonu’na girdiği bu sergi, ressamın Paris sanat çevresi tarafından tanındığı ve benimsendiği ilk etkinlik olması açısından önemlidir. Aynı yıllarda yapılmış olmalarına rağmen İşkence serisi ile Atom Korkusu arasında bazı farklar vardır. Sanatçı, Atom Korkusu serisinde tuval ve yağlıboyaya yönelerek büyük boyutlu yapıtlar gerçekleştirmiştir. Bu eserlerde çizgi, yerini açık-koyu renklere bırakmıştır. Çok renkli olmamalarına rağmen, yoğun ve dramatik bir renk duygusu yaratırlar. İşkence serisi ise sanatçının bilinen El, Yüzler ya da Partizanlar gibi serilerinden farklıdır. Abidin Dino, sanatçının içinde yaşadığı çağa tanıklık etmesi gerektiğinin bilincinde olarak gerçekleştirdiği bu seride farklı bir anlatım diline ihtiyaç duymuştur. El, Yüzler ya da Partizanlar’ın hat sanatını çağrıştıran ve bir çırpıda ortaya çıkmış izlenimi veren çizgileri, burada yerini siyah-beyaz lekelere bırakmıştır. İşkence kavramının getirdiği dramatik yön eserlere bu farklı resim diliyle yansıtılmıştır. Bu sergide sanatçının tablolarını çok beğenen Fransız şair/yazar Andre Verdet, sanatçıya Saint-Paul de Vence’de sergi açmayı teklif eder. Abidin Dino, 1955 ilkbaharında, Saint-Paul de Vence’deki Galerie Octobon’da ikinci kişisel sergisini açar ve böylece sanatçının uzun soluklu ‘Vence’ dönemi de başlamış olur.
1956 yılında, Paris’te La Demeure Rive Gauche Gallery’de açtığı sergide ise “Uzun Yürüyüş” serisini sergiler. (Ferit Edgü, Sel Yayıncılık’tan çıkan ‘Abidin’ adlı kitabında bu serinin ilk kez 1955’te Saint-Paul de Vence’de sergisinde yer aldığını yazmıştır). Büyük bir yüzeyde hareket eden ya da etmeyen minicik figürlerden oluşan bu tablolarda uzaktan bir ‘Çin havası’ sezilir. Pek çok kaynakta da sanatçının bu tabloları Çin’deki Mao’nun uzun yürüyüşünden etkilenerek gerçekleştirdiği yazılıdır. Abidin Dino, 1990 yılında Paris’te şair dostu André Velter ile France Culture Radyosu için yaptığı söyleşide Çin resminden esinlenmediğini, hatta tabloları yaparken bunun aklına bile gelmediğini ifade eder. Ancak o sıralarda Çin’e gidip gelmiş olan Jean Lurçat (1892-1966) “Paris’te senden başka Çinli yok, senden başka Uzun Yürüyüş’ü resmeden yok” diyerek tabloları doğrudan Çin resmi ve Uzun Yürüyüş ile bağdaştırır. Sergide yer alan tablolar, sanatçının yakın arkadaşı Nazım Hikmet’in de dikkatini çekmiş ve bu tabloların verdiği ilhamla aşağıdaki dizeleri yazmıştır:
“Bu adamlar, Dino,
Ellerinde ışık parçaları,
Bu karanlıkta, Dino,
Bu adamlar nereye gider?
Sen de ben de, Dino,
Onların arasındayız,
Biz de, biz de, Dino
Gördük açık maviyi” 13 Mayıs 1958, Paris
Birbirleriyle bir ömürlük yakın dost olan Nazım Hikmet ve Abidin Dino’nun böyle şiirli-tablolu atışmaları zamanla sanat çevrelerinin alıştığı bir durum haline gelecektir. Nazım Hikmet, 1962 yılındaki Paris ziyareti sırasında eşi Vera için yazdığı ‘Saman Sarısı’ adlı şiirinde de, o sırada yanında resim yapmakta olan Abidin Dino’ya göndermelerde bulunmuştur. Şiiri yazarken “Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor” diyen şair, ressamdan o meşhur ‘Mutluluğun Resmi’ isteğini de aynı şiirin dizelerinde yapmıştır: “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? / İşin kolayına kaçmadan ama/ Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil/ Ne de ak örtüde elmaların/ Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini/ Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” Abidin Dino’nun bu isteğe verdiği yanıtta, yaşadığımız internet çağında öğrenmeyi sadece ‘Googlelamakla’ sınırlayan anlayıştan kaynaklanan bir bilgi kirliliği vardır maalesef. Google’a ‘mutluluğun resmi ve Abidin Dino’ yazıldığında çıkan Amerikalı afiş ressamı Dianne Dengel’in ‘Home Sweet Home’ isimli tablosu pek çok kişi tarafından Abidin Dino’nun bu isteğe yanıt olarak yaptığı eser olarak bilinmektedir. Oysa Abidin Dino, Nazım Hikmet’in bu isteğine resim yerine şiirle yanıt vermeyi tercih etmiştir:
“Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
Hasretle kucaklayabilseydim seni, bir daha
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere,
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler…
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya…”
Uğruna şiir bile yazılan ‘Uzun Yürüyüş’ serisi, sanatçının ‘Eller’, ‘Yüzler’ ve ‘Çiçekler’ serileri gibi süreklilik göstermez. Ancak, Abidin Dino’nun ününün yayılmasına da büyük katkı sağlar. 1957 yılında bu seriyi New York’ta Cadan Gallery’de sergileyen ressam, New York haricinde Chicago ve Dallas gibi farklı Amerikan şehirlerinde de tablo satmaya başlar. Fakat bu tabloların Amerikalı sanatseverler tarafından ne kadar doğru anlaşıldığı tartışmalıdır. Ferit Edgü, Amerika’daki sergide birçok ziyaretçinin bu resimleri beyzbol maçı sandığını anlatır. Abidin Dino, Amerika’da Uzun Yürüyüş serisini sergilediği günlerde, abisi Arif Dino’nun vefat haberiyle sarsılır. Ancak Türkiye’ye girişinde sorun olabileceği için maalesef cenazeye katılamaz. Uzun Yürüyüş serisi 1964 yılında Zürih’te de sergilenecek ve büyük ilgi görecektir.
Abidin Dino’nun Paris’te 1959 yılının mart ayında, Galerie Andre Schoeller’de açtığı bir diğer sergi ise sanatçının ileri görüşlülüğünü ortaya koyması açısından önemlidir. Büyük boyutlu soyut çalışmaların yer aldığı bu serginin teması ise ‘Uzay’dır. Dönem, insanoğlunun farklı gezegenleri araştırdığı ve bakışlarını gökyüzüne çevirdiği bir dönemdir. Ancak Rus kozmonot Yuri Alekseyeviç Gagarin’in uzaya çıkan ilk insan olmasına daha iki yıl vardır (1961). Yani, dünyada ‘uzay çağı’ henüz resmen başlamamıştır. Fakat, Abidin Dino bu tablolarıyla çoktan uzaya çıkmıştır. Nitekim, kendisi de, ‘Uzay’ konulu tabloları ile ilk uzaya çıkanın aslında kendisi olduğuyla övünmüştür. 1969 yılında Neil Armstrong aya ilk ayak basan kişi olduğunda da ona tabloları ile kendisinin yol gösterdiğini espirili bir dille ifade eder. Bu sergide Ferit Edgü ile tanışması, Abidin Dino için yine bir ömür sürecek bir dostluğun başlangıcıdır. Ferit Edgü, sanatçının sergilerini düzenleyecek, hakkında kitaplar, makaleler yazacak ve ölümünden sonra da anısını yaşatmayı sürdürecektir. Sanatçı, bu sergideki eserlerin satışından elde ettiği gelir ile Antibes’te bir atölye kiralar. Bütün bir yaz kalıp çalıştığı bu mekanda ünlü ‘Antibes’ serisini yapar ve Avni Arbaş ile birlikte Antibes’teki Picasso Müzesi’nde bir sergi açar. Antibes resimlerinde, bölgedeki atölyesinin camından gördüğü deniz ve doğa görünümleri işlenmiştir. Bu serinin büyük bir çoğunluğu (birkaç kroki hariç) yağlıboyadır. Az renkli ve leke değerleri ön plana çıkan bu tablolarda Dino, illüstratif dili tümüyle bırakmıştır. 1950’lerin Paris’inde Abidin Dino gibi yeniliklere açık bir ressamın, soyut resmin çekiciliğine karşı koymasının güç olduğu düşünülecek olursa, bu durum doğal karşılanmaktadır.
1960’lı yıllara genel olarak bakıldığında Abidin Dino’nun ününün Paris’i çoktan aşarak dünyaya yayıldığı görülür. 1960 yılında Lettres Françaises için Roma Olimpiyatları’nı izlemek ve kağıda dökmek için Roma’ya giden sanatçı, buradan çok sayıda desen ile dönmüştür. Atletizm müsabakalarının yanı sıra, o dönem çok başarılı olan Türk güreş takımının da resimlerini çizmiştir. Bu desenlerin birçoğu gazetelerin basım atölyelerinde yitip gitmiştir maalesef. Ferit Edgü’nün koleksiyonunda 18 adet güreşçi deseni yer aldığı bilinmektedir. Sanatçı, ertesi yıl Amsterdam’da Deent Galeri’de, 1963’te ise Prag’ta kişisel sergiler açar. 1964 yılında Paris Modern Sanat Müzesi’nde Türk Ressamlar Sergisi’ne ve Cezayir’de İbn-i Haldun Müzesi’ndeki Dünya Ressamları Sergisi’ne katılır. 1965’te yine Amerika yollarına düşerek Kaliforniya’da La Jolla’da Scrott-Faure Galerisi’nde sergi açar. 1966 yılında ise, uzun yıllar sonra tekrar Moskova’dadır Abidin Dino… Tabii bu kez genç bir sinema öğrencisi olarak değil, ünü pek çok ülkeye yayılmış bir sanatçı olarak. 1939 yılında yaptığı ‘Savaş’ ve ‘Barış’ adlı iki büyük tablosunu Dom Pisatili Galerisi’nde sergilemek için geldiği Moskova ziyaretinde yakın dostu Nazım Hikmet ve eşi Vera ile de buluşur. Bu iki önemli ismin buluşması yine güzel bir sanatsal yaratıma vesile olur. Abidin Dino, o günlerde eşi Güzin Dino’ya yazdığı bir mektupta yapılacak işler arasında Nazım Hikmet için tasarlayacağı bir plak kapağından bahsetmektedir. Dolayısıyla, 1961 yılında Nazım Hikmet’in Paris’te Dino ailesini ziyareti nasıl “Saman Sarısı’ şiirinin yazılmasına sebep olduysa, bu Moskova ziyareti de Dino’nun Nazım Hikmet için plak kapağı tasarlamasına aracılık eder. Sanatçı, aynı dönemde Orhan Kemal için de bir kitap kapağı tasarlar. Yine Moskova’da olduğu günlerde, yakın zamanda yitirdiği sanatçı dostu Jean Lurçat (1892-1966) için önemli bir sanat dergisine makale yazar.
Hazır plak kapaklarından bahsetmişken, Abidin Dino’nun 1960’lı yıllarda bu alanda gerçekleştirdiği çalışmalarından da kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. O yıllarda önemli caz albümlerinin prodüktörlüğünü yapan Atlantic Records’tan Nesuhi Ertegün ile olan dostluğu vesilesiyle sanatçı, The Modern Jazz Quartet’in Third Stream Music (1960), Herbie Mann’ın At The Village Gate (1961), Returns to the Village Gate (1963), Monday Night at Village Gate (1966), John Coltrane ve Don Cherry’nin The Avant-Garde (1966) albümlerinin kapaklarını tasarlar. Bu kapaklar ‘Abidine’ imzalıdır. Abidin Dino, 1970’li yıllarda da Ruhi Su’nun Köroğlu ve Karacaoğlan albüm kapaklarını tasarlamıştır.
1966 yılında, yani Roma Olimpiyatları’ndan 6 sene sonra, yine spor ile sanatı birleştirdiği farklı bir işe imza atar çok yönlü sanatçımız. Paris’te yaşayan Şili’li dostu Octavio Senoret, Dünya Kupası hakkında bir belgesel film çekmeye karar vererek FİFA ile anlaşmış, ancak filmi çekebilmek için başvurduğu sinemacıların hepsinden olumsuz yanıt almıştır. Kupanın başlamasına bir ay kala belgeselin yönetmenliğini Abidin Dino’ya teklif etmiştir. Abidin Dino, bazı şartların yerine getirilmesi koşuluyla bu teklifi kabul eder: Bu belgeselde futbol sadece bir stadyuma hapsedilmeyecek ve bu sporun yeşil sahayı ile tribünleri aşan boyutu da işlenecektir. Dolayısıyla maçlarla aynı anda sokaklarda, pub’larda vb de çekimler yapılacak, saha içerisinde de farklı açılardan çekecek en az 6 kamera yer alacaktır. Filmin çekiminden önce, çalışma arkadaşlarına nasıl bir film düşlediğini gösterebilmek için çok sayıda taslak çizer. Stadyumdaki seyircilerin kıyafetleri, Wembley Stadyumu’nu dolduran taraftar kalabalığı, fotoğrafçılar, yağmur yağarsa ne olur, ahırdaki jokey gibi konu başlıkları altında pek çok olasılığı çizerek kameramanlara bakış açıları hakkında ön bilgi verir. Spora bir sanatçı gözüyle bakarak en ince detayları bile hesaplayan Dino’nun bu taslaklarının büyük bir bölümü de bugün Ferit Edgü koleksiyonundadır. Sonuç olarak ortaya sıra dışı bir belgesel çıkmıştır. İngiltere’nin zaferiyle sonuçlanan Dünya Kupası bittikten bir ay sonra tamamlanıp teslim edilen ‘GOL’ adlı bu belgesel tüm dünyada sinema ve televizyonlarda gösterilir. Filmin 4 Ekim 1966’da Londra’da Fox Salonu’nda yapılan basın galasına İngiltere Milli Takımı da katılır. Belgesel dalında Robert J. Flaherty anısına verilen ödüle layık görülür ve spor filmi klasiği olarak sinema tarihine geçer. Belgesel, Melih Cevdet Anday’ın (1915-2002) ‘Abidin Londra’da Dünya Kupası/Maçlarını Filme Alırken Selçukluları Düşlüyor’ adlı şiirine de konu olur:
“Asimetrik İsa Bey Camisi
Düşlenir gün gibi yurt uzadıkça
Simetrik bir tarihtir düş
Selçuk futbolu ve Britanya çinisi
Asimetrik bir dünyada
Simetrik Abidine ve Abdüş”
Sanatçının, keçe kalemle çizdiği taslakların 80 kadarı ise, Türkiye’nin de Dünya Kupası’na katıldığı 2002 yılında İstanbul’da sergilenecek ve “Abidin Londra'da Dünya Kupası Maçlarını Filme Alırken” adlı kitapta toplanacaktır.
1967 yılında ciddi bir böbrek ameliyatı geçiren Abidin Dino, hastalığı ve ameliyat sonrası nekâhet döneminde yaşadıklarını ‘Acının Resimleri’ ya da ‘Acıyı Çizmek’ konulu desen serisiyle kağıda aktarmıştır. Bu desenler, sanatçının neredeyse bütün eserlerinde sıklıkla yaptığı gibi, kendi yaşamının dile getirilmesinin bir örneğidir. Gençlik yıllarındaki karikatürlerini anımsatan bu desenlerde Dino böylesine acılı bir konuyu alaycı çizgilerle kağıda yansıtarak belki de çektiği acıyı hafifletmiştir, kim bilir… Sağlığına kavuştuktan sonra da, aynı acıyı bu kez tuvallerine taşımıştır. Bunlar doğal jüt üzerine, siyah çizgiler ve beyaz lekelerden oluşan resimlerdir. Jütün doğal rengini, hiçbir müdahale yapmadan, hatta üzerine bir astar bile çekmeden renk olarak kullanmıştır.
1968 yılında ise Paris’te sokaklarda, öğrencilerin ve gençlerin içindedir Abidin Dino… Mayıs ve Haziran aylarında tutucu De Gaulle iktidarına karşı Paris’teki Nanterre Üniversitesi’nde başlayan öğrenci hareketi giderek büyümüş ve işçi kesiminin de desteğini alarak ülke çapında yayılmıştır. Zorlu bir hastalıktan yeni çıkmış olmasına rağmen, her sabah gazeteci ve fotoğrafçı dostu Gökşin Sipahoğlu ile buluşarak yürüyüş ve eylemlerin listesini gözden geçiren sanatçı, gözlemlerini ‘Mayıs 68’ desen serisi ile ölümsüzleştirir. Gökşin Sipahioğlu ise, o günleri en iyi fotoğraflayan kişilerden biri olarak tarihe adını yazdırır.
1969 yılı Abidin Dino için önemli bir senedir. Sanatçı, yıllar süren bir ayrılıktan sonra, yeniden İstanbul’a gelerek Beyoğlu’ndaki Galeri 1’de ‘İstanbul Gözler Kapalı’ adlı kişisel sergisini açar. Tabii, bu yurda geliş ve sergi açma safhası bizim böyle tek cümleyle ifade ettiğimiz gibi kolay olmamıştır. 1952 yılının başında ayrıldığı İstanbul’a 17 yıllık bir ayrılıktan sonra varır varmaz hemen tutuklanır ve Sansaryan Han’a götürülür. Tutuklanma sebebi ise, daha önce bahsettiğimiz gibi, Türkiye’den ayrılmadan önce yaptığı seramiklerdir. Af çıkarma konusunda çok cömert olan Türkiye’de nedense bu seramikler bir türlü affa uğrayamamıştır. Uzun bir sorgu safhasından sonra, bu dosyanın artık kapatılabileceğine karar verilir ve Abidin Dino serbest bırakılır. Sergi, 20 Mayıs 1969 tarihinde açılır. Sanatçı, bu sergide 1966-1967 yıllarında, Paris’te İstanbul hasretiyle yaptığı guvaj ve suluboyaları sergiler. Tablolar, 17 yıldır çok sevdiği yurdundan ayrı kalmış sanatçının düşlerindeki İstanbul’u resmettiği sıla hasreti kokan eserlerdir. Yakın dostu Ferit Edgü, bu eserleri “Abidin, bu çok renkli, çok hareketli resimleri sanki gözlerini kapayıp bir İstanbul düşü gördükten sonra kağıda dökmüş” diye tanımlamaktadır. Sergideki tabloların büyük bir bölümü satılır. Hatta bazı eserlerin paylaşımında alıcılar arasında tartışma çıkar. O günlerde İstanbul’dan bir ev satın alma niyetinde olan Dino’lar için bu satışlar önemlidir. Ancak asıl para getirecek şey, Adana’da aileden kalan arazilerin satışıdır. Bunun için Adana’ya gitmeyi planlayan sanatçı, bazı aksilikler nedeniyle bu planını erteler. Türkiye İşçi Partisi başkanı Mehmet Ali Aybar’ın daveti üzerine Ankara’ya geçer. 1969 seçimleri öncesinde, Aybar’ın isteği üzerine Türkiye İşçi Partisi’nin yeni amblemini tasarlar. Partinin çark-başaklı amblemi yerine, insan temasını ön plana çıkararak tasarlanan bu yeni amblemde kasketli bir adam yer alır. Yeni amblemi ve “Oyunu hayvana değil, adama ver” sloganı ile seçime katılan parti maalesef umduğunu bulamaz. Bir süre sonra da, Abidin Dino’nun tasarladığı amblemden vazgeçerek eski amblemini kullanmaya karar verir.
1969 yılının Ekim ayında yeniden Türkiye’ye gelen Abidin Dino, bu kez Adana’ya geçerek aileden kalan arazilerin satışı ile ilgilenmeye başlar. Adana’nın 1940’lı yıllardaki valilerinden birinin toprakları köylülere haksız yere dağıttığı mahkeme kararı ile saptanmıştır. Böylece Abidin Paşa’nın mirasçılarına hak doğmuştur. Abidin Dino da, diğer mirasçılarla birlikte, payına düşen tarlaları satışa çıkarır. Amacı, bu satışlardan alacağı parayı sergideki eserlerin satışından elde ettiği para ile birleştirerek İstanbul’da bir ev sahibi olmaktır. Ancak Adana’daki tarlaların satış işi umduğu kadar kazançlı ve hızlı olmaz. İlerleyen zamanda Türkiye’de siyasal havanın ağırlaşması, olayların artması ve bunların sonucunda gerçekleşen 12 Mart 1971 tarihindeki askeri darbe Dino çiftinin yurda dönmek, ev almak gibi düşüncelerini tamamen bitirir. Ancak, Paris’te 14 yıldır yaşadıkları ev de artık onlara yetmez olmuştur. Türkiye’ye kesin dönüş yapma hayalleri suya düşünce, Paris’te yeni bir eve taşınmaya karar vererek Rue de L’Eure’de yeni bir daireye taşınırlar.
1970’li yıllar Abidin Dino için yine sanatla, sergilerle dopdolu geçmiştir. Ancak 1975 yılı bu açıdan bir istisnadır. Çünkü Dino bu seneyi, 1967 yılında kaybettiğimiz yakın dostu Fikret Mualla’nın hayat hikayesini ve sanatını yazmaya adamıştır. Ölümünden 7 yıl sonra, Fikret Mualla’yı gömülü olduğu Manosque Mezarlığı’ndan çıkartarak, vasiyeti gereği memleketinde Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmek üzere İstanbul’a yolcu edenler arasında Abidin Dino da vardır. Sanatçıyı bu kitabı yazmaya iten, sağlığında da sürekli yardım ettiği Fikret Mualla’ya dostça bir vefa borcu mudur, yoksa bu özel ressamı tüm dünyaya doğru olarak anlatabilmek kaygısı mıdır bilinmez…Belki de, daha 1975 yılında bile sahte Fikret Mualla’ların türemiş olduğunu görmenin verdiği bir ‘sanatçı dostunu koruma’ içgüdüsüdür. Dino’nun kendine has o sıcak üslubuyla yazdığı ‘Gören Göz İçin Fikret Mualla’ kitabı, sadece bir ressamın biyografisi değildir, aynı zamanda derin bir dostluğun hikayesidir. Abidin Dino, yalnızca Fikret Mualla için değil, diğer sanatçı dostları için de ömrü boyunca çok sayıda Fransızca ve Türkçe yazılar yazmıştır. Örneğin, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Arif Dino, İlhan Berk, İlhan Koman, Oktay Rıfat, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Sait Faik, Mübin Orhon, Alev Ebüzziya, George Ball gibi… Komplekssiz ve tarafsız bir biçimde onların sanat anlayışını irdelemiş, tanıtmış ve dünya çapında tanınmaları için çaba harcamıştır.
1977 yılında yeniden Türkiye’ye gelen Abidin Dino, Ankara’da Vakko Sanat Galerisi’nde ‘Doksan Çiçek Dokunsan Çiçek’ sergisini açar. Sanatçının, ‘ömürlük’ serilerinden biri olan ‘Çiçekler’ serisi bu sergide 90 adet tablodan oluşmaktadır. Ferit Edgü, bu çiçekleri “Doğada var olmayan, Abidin’in yaratısı çiçekler” olarak tanımlar. Ona göre, sanatçı çiçekten edindiği düşünü, dünyaya bakarken ve algılarken duyduklarıyla harmanlayarak iç içe çiçeklendirir ve resmeder. Sanatçının yakın dostu Yaşar Kemal ise, 1977 yılında yazdığı bir yazıda Dino’nun çiçeklerini şöyle anlatır: “…Yıllar önceydi, uzun boylu Dino çiçekleri çıktı karşıma…Bu çiçekler bu dünyadan değildi…Ayrı, uzak, eski, belki de terütaze, bu daha doğru olacak, bir dünyadandı. Bir büyü dünyasındandı diyeceğim geliyor ya, büyü ne demek, gerçek olmayan mı, gerçeğin üstünde, dışında, ötesinde bir dünyadan mı, gerçeğin arkasında, gerçeğin bir başka yüzü mü? Belki de herkesin yaşadığı düş dünyasının çiçekleriydi bunlar. Uzun boyunlu maviler, uzun boyunlu kırmızılar, som yeşiller, som sarılar, som yanık sarılar, som aklar, sonsuz uzaklıkta maviler, uçup gitmişler, elle tutulamayıp gözle ulaşılmayanlar…Baş döndürücü, insanı alıp götürücü…Esrikleştirici…Bir büyü, bir düş dünyası…Merihli çiçekler, Ay’da bitmiş, oradan alınıp getirilmiş çiçekler…Kim bilir Ay çiçeği nasıl olur? Abidin Dino karşılığını veriyor, işte böyle olur diyor. Bu bir ay çiçeğidir, renginin adını siz koyun. Ya, Abidin Dino’nun çiçeklerindeki çok rengin adını koyamıyoruz. Koyanın alnını karışlarım. Sarısına sarı, yeşiline yeşil diyebilene aşk olsun. Mavisine de mavi…”. Sergide yer alan eserler, Abidin Dino’nun şair-yazar dostu Metin Altınok’u da etkiler ve Dino’nun bir dergide yayınlanan çiçeklerinden birinin üzerine şu şiiri yazarak Paris’e gönderir:
“Abidin Dino’ya
İnsan dediğin saçaktaki
Güvercinin farkında olacak
Ve bir çiçek açacak kendince.
Bu aşk var ya, bu aşk:
Dikkat!
Yangında ilk kurtarılacak”.
‘Doksan Çiçek Dokunsan Çiçek’ sergisindeki eserler, daha sonra da aynı isimli bir sergiyle İstanbullu sanatseverlerin beğenisine sunulur.
1978 yılının Şubat ayında, bu kez sergi için değil, farklı bir davet vesilesiyle Türkiye’ye gelen Abidin Dino, 14 Şubat 1978’de Çankaya Köşkü’nde sanatçılar için düzenlenen resepsiyondadır. Böyle bir gecenin organize edilmesinde, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk’ün payı büyüktür tabii. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunu olan Emel Korutürk, Çankaya Köşkü’nü sanatçılara açarak onların da resepsiyonlara davet edilmesini sağlayan ilk ‘first lady’dir. O akşamki resepsiyonda Çankaya Köşkü’nde ilk kez resim, müzik, tiyatro, sinema ve edebiyat alanından pek çok ünlü isim bir araya gelmiştir.
1979 yılında Fransız Plastik Sanatlar Birliği’nin Onursal Başkanlığı’na seçilmesi Abidin Dino’nun, uluslar arası sanat dünyasında kendisini ne kadar kabul ettirmiş olduğunun bir göstergesidir. Ertesi yıl da UNESCO ve Üçüncü Dünya Araştırma Enstitüsü tarafından Durango Üniversitesi’nde (Colorado/ABD) düzenlenen ‘Geçmişin Geleceği’ adlı konferansa çağrılır. Daha sonra bu konferansın devamı niteliğinde olan, Meksika’daki etkinliğe katılarak Türk şiiri, Sufizm ve Yunus Emre hakkında konuşma yapar.
1980’li yıllar, Abidin Dino’nun sanatsal başarılarının yanı sıra, aynı zamanda ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşmaya başladığı yıllardır ne yazık ki…1983 yılının kış aylarında safra kesesi ameliyatı geçirir. Yaz aylarında ise boğazında tespit edilen kitlenin kanser riski taşıdığını öğrenir. Ancak bu durum sanatçının çalışmasına engel olmaz. Paris’te Sculptures Galeri’de bir grup sergisine katılır. Aynı dönemlerde İstanbul’da Garanti Sanat Galerisi’nde d Grubu’nun 50. Yılı sergisine de iştirak eder. 1984 yılında, Ali Artun ve Haldun Dostoğlu tarafından Ankara’da açılan Galeri Nev’in ilk sergisi de Abidin Dino’nun ‘El, Eller, Parmaklar, Acılar, Acayipler, Tedirginler, Domatesler’ sergisidir. Bu sergide yer alan eserler arasından seçilen 60 yapıtın bir araya toplandığı ve serigrafiyle 100 adet basılan ‘Eller’ adlı kitap da sergiyle eş zamanlı olarak satışa sunulur. Sanatçı maalesef sergi açılışına katılamaz. Ancak bu sergi, galeri sahipleriyle yakın bir dostluk kurmasının başlangıcı olur. Abidin Dino, Nev’in Ankara ve daha sonra açılan İstanbul’daki galerilerinde çok sayıda sergi düzenler. Ayrıca, Paris’te yaşayan Selim Turan, Hakkı Anlı, Nejad Melih Devrim gibi pek çok sanatçının Galeri Nev’de sergi açmalarına ön ayak olur. İlerleyen zamanla birlikte bu isimlere Alev Ebüzziya, Ömer Uluç, Komet ve İlhan Koman da eklenir…
1987 yılında Cannes Film Festivali için afişini çizimi yapan Abidin Dino, aynı yıl Uluslar arası İstanbul Bienali’ne de katılır. Ertesi yıl, 1967 yılında böbrek ameliyatı olduğu dönemde çizdiği ‘Acıyı Çizmek’ serisi Türkiye’de ilk kez İstanbul-Garanti Sanat Galerisi’nde sergilenir. 1989’da, Büyük Fransız Devrimi’nin 200.yıldönümü vesilesiyle, Georges Soria’nın Grande Histoire de la Révolution Française (Fransız Devrimi Büyük Tarihi, 3 Cilt) adlı kitabının son cildinde devrime ilişkin resimleri bulunan dünyaca ünlü 31 ressamın arasında tabii ki Abidin Dino da vardır. Aynı yıl Londra’da Barbican Merkezi’ndeki İslam Dünyasında Çağdaş Sanat Sergisi’ne katılır. 21 Kasım 1989-21 Ocak 1990 tarihleri arasında, Paris’te Galerie Vieille du Temple’da ‘Eller’ konulu bir sergi açan Abidin Dino’nun bu sergisi, ressamın Paris’te artık kendi galerisini bulmuş olması açısından da önemlidir. 1950’li yıllardan beri Paris’te pek çok sergi açan sanatçının o güne kadar düzenli çalıştığı bir galeri olmamıştır. Bu sergiyle birlikte, Türkiye’de Galeri Nev’den sonra artık Paris’te de bir galeriye kavuşmuştur Abidin Dino…Sanatçının ‘Mains’ (Eller) kitabı, sergiyle eş zamanlı olarak Fata Morgana Yayınevi tarafından yayınlanır. Kitabın Türkçesi de, yaklaşık iki yıl sonra Ada Yayınları’ndan çıkar.
1990 yılında Stockholm’e giderek burada 10. Uluslar arası Sanat Fuarı’na katılan Abidin Dino, artık rotasını Türkiye’ye çevirir. 1991 yazında eşi Güzin Dino ile birlikte İstanbul’a gelirler. Bu seyahatin Dino ailesi için ayrı bir önemi vardır. Abidin Dino, Paris’e yerleştikten sonra, birkaç kez ülkesine gelip gitmiştir, ancak Güzin Dino 1954 yılından beri ilk kez İstanbul’a ayak basmaktadır. TEM Galeri’de 1940 jenerasyonu arkadaşlarıyla birlikte bir karma sergi düzenleyen Abidin Dino’ya, Paris’e döndükten kısa bir süre sonra tiroid kanseri teşhisi konulur. Ameliyat sonrası radyoterapi almaya başlar. Ancak hastalığı sanatçının üretmesine mani olmaz. Sanatçı, bu yıllarda Türkiye, Fransa ve İtalya’da kişisel ve karma sergilerine devam eder. Dino çifti, 1992 ve 1993 yıllarında da tekrar Türkiye’ye gelir. İstanbul dışında, Bodrum, Antalya, Alanya ve Olympos-Çıralı’ya da uzanırlar. 1992 yılının son ayında, İstanbul’da MD (Metin Deniz) Galeri’de açtığı sergi, Avni Arbaş ve Cihat Burak ile ortak sergi olması açısından önemlidir. Ancak, sanatsal açıdan yoğun ve bir o kadar da verimli geçen bu günlerde, Abidin Dino’nun hastalığı da maalesef ilerlemiştir. 1992 yılında geçirdiği ameliyat ile boğazındaki tümör temizlenir. Yine aynı dönemde, Paris’te Galerie Vieille du Temple’da ‘Yüzler’ sergisini açar. Yazar dostu Yaşar Kemal ile 1992 yazında İstanbul’da yaptığı söyleşiyi ‘Visages Pile ou Face’ (Yüzler Yazı Tura) adıyla kitaplaştırır. Fata Morgana Yayınevi’nin bastığı kitapta Abidin Dino’nun ‘Yüzler’ serisinden seçilmiş desenler yer alır. ‘Yüzler’ serisi, 1993 yılında Galeri Nev’de, Ankara’da ve İstanbul’da sergilenir. El desenlerinden yola çıkarak tasarladığı anıtsal ‘Eller’ heykeli Maçka Parkı’na dikilir. 1993 yılında, boğazındaki sorun tekrar nüksedince Gustave Roussey Hastanesi’ne yatırılır, fakat kalp rahatsızlığı nedeniyle yeniden radyoterapi alması mümkün olmaz. Abidin Dino, 7 Aralık 1993 tarihinde Paris’te hayatını kaybeder. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Aşiyan Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedilir.
80 yıllık ömrüne pek çok sıfat ve başarı sığdıran Abidin Dino, mesleği sorulduğunda ise hep ‘Ressam’ demeyi tercih etmiştir. Vefatından sonra da en çok ön plana çıkarılan yönü ressamlığıdır. Sanatın diğer alanlarındaki başarılarının haricinde, Dino’nun yaşamının her anını acısıyla tatlısıyla çizgilere dökme alışkanlığı düşünülecek olursa, bu durum doğal karşılanabilir. Öyle ki, Ferit Edgü, sanatçının son demlerinde, ölüm döşeğinde bile halsizlikten titreyen elleriyle elindeki deftere kendi yüzünü çizdiğini anlatır. O defterden bize kalanlar sadece çizimler değildir aslında…Sanatçının hastanede geçen son günlerine dair şiir tadında doğaçlama notları da vardır bu defterde…Abidin Dino, bazı arkadaşlarının kendisine yakıştırdığı ‘ölmezotu’ sıfatına layık olmak istercesine, ölümü doğal bir final saymakla birlikte, hep ötelemiş ve önemsizleştirmiştir: “Ölümü sakın adam yerine koymayın, yoksa kendini bir şey sanabilir”. Ve hem bu yaklaşımıyla, hem de bıraktığı eserlerle ölümsüzlüğün kapısını çoktan aralamıştır.
Yüksek Sanat Tarihçi Deniz Çantay
KAYNAKÇA
- ARTUN Ali - DOSTOĞLU Haldun ‘1950-2000 Türkiye’de Çağdaş Sanat Müze Kitap’ Mas A.Ş. ,1999.
-DİNO, Abidin, “Ölüm mü, Ne Buluş!”, Sel Yayınları, İstanbul, 2005.
-DİNO, Abidin, Kısa Hayat Öyküm, (Editör: Ferit Edgü), Can Yayınları, İstanbul, 2017.
-DOĞRUYOL, Şöhret, “Mutluluğun Resmi”, Lebriz Sanal Dergi, 2 Ağustos 2011.
-EDEER, Şemsettin, Doç.Dr., “Abidin Dino ve Eller”, Anadolu Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Sayı 8, 2015, Sf. 149-161.
-EDGÜ, Ferit, Abidin, Sel Yayınları, İstanbul, 2014.
- GİRAY, Kıymet, Prof.Dr, “Abidin Dino” maddesi, ECZACIBAŞI SANAT ANSİKLOPEDİSİ, Yem Yayınevi, 1997, sayfa 457-458.
- GİRAY, Kıymet, Prof.Dr, Türkiye İş Bankası Resim Koleksiyonu, 2000.
-GÜRDAŞ, Bora, “Abidin Dino, Nesuhi Ertegün & Herbie Mann’ı Buluşturan Albümler”, Plak Mecmuası 5.Sayı, sayfa 52-54, Temmuz 2019.
-GÜZEL, Şehmus M., Abidin Dino I-II-III, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008.
-KEMAL, Yaşar, “Anadolu Çiçekleri ve Dino’nun Çiçeklemesi”, Milliyet, 21 Mayıs 1977
-ÖZSEZGİN, Kaya, Resmin Ustaları Dizisi 3: Kategorik Sınıflamanın Dışında Bir Sanatçı Abidin Dino, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015.
-SÖNMEZ, Necmi, “Türk Modernistler/Abidin Dino”, Skopbülten, 27/08/2014.